Salgın yayılımına ve yaşamlarına dair ciddi kaygılar yaşamalarına rağmen çocuklar, gençler neden hastaneden, karantinadan çıkarılarak sınavlara mecbur bırakıldı? Salgınla birlikte eğitimde yaşanılan eşitsizlikler derinleşerek neden müfredat seyreltilmedi ve sınavların yapılma ısrarı neden sürdürülüyor?

Merkezi sınavların dünya genelinde sayıca yaşanan artışı politik bir tercih; neoliberal politikaların eğitime yüklediği işlev, öğretmene biçilen görevler ve eğitimle gerçekleştirilmek istenen dönüşüm, kapitalist sınıfın ihtiyaçları ile bire bir bağlantılı. Neoliberal dönemde tüm dünyada kamu hizmetleri tasfiye edildi, devlet eliyle piyasalaştırıldı. Eğitimin bir hak değil, satın alınabilir bir hizmet olduğu; herkesin geliri oranında bu hizmetlerden yararlanması veya yararlanmaması düşüncesi yaygınlaştırıldı. Eğitim süreçleri üzerinde iktidarın gücünü artıran, sermayenin ve iktidarın ihtiyaç duyduğu bireyler yetiştirmeyi amaçlayan bir dönüşüm gerçekleştirildi. Öğretmenlik toplumsal sorumluluklarından sıyrılmış, görevi yalnızca öğrencileri merkezi sınavlara hazırlamak olan bir meslek alanı haline getirildi. Her yıl gerçekleştirilen merkezi sınavlar sonrası “fakir ama başarılı” tekil örnekler medyada paylaşılarak; “başarısızlığı” öğrencilerin yetersizliği üzerinden ifade eden, “hak edenin” eğitim aracılığıyla “toplumsal konumlarına” ulaşabileceği algısı yaratılmaya çalışıldı.

Sınav sistemlerinde ve müfredatta yapılan değişiklikler, sermayenin ve siyasi iktidarın, yeni rejimin gereksinimleri doğrultusunda uyguladığı okullaşma polikası; merkezileştirilmiş, standartlaştırılmış sınavlardan bağımsız değerlendirilebilir mi?

Sınav sistemi değişikliklerinin her adımı; seçmeye, elemeye, rekabete dayanan sınav merkezli bir eğitim sisteminin inşa süreciydi. Özel okullara ayrılan teşvikler, kamu kaynaklarının eğitimin piyasalaştırılması için sınırsızca kullanımı; proje okulları, zorunlu imam hatipleştirme ve zorunlu meslek liselileştirme politikaları ile kadrolaşma, yeni rejimin inşasına yönelik politikalar adım adım yaşama geçirildi.

Müfredatlar ise öğrencilerin neyi, ne kadar sürede ve nasıl öğrenmesi gerektiğini belirleyen politik metinler, öğretim programlarıdır. 2002 yılında AKP’ nin tek başına iktidara gelmesiyle 1968 müfredatlarının tamamen değiştirilmesinin önü açıldı. AKP’ nin ilk Milli Eğitim Bakanı Erkan Mumcu ile müfredatın değiştirilmesi ile ilgili tartışmaların devamında Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik; iki özel okulda yapılandırmacı ve çoklu zeka kuramına dayalı müfredatı uygulayan Ziya Selçuk’ u Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı’ na getirdi. Selçuk, Avrupa Komisyonu’nun ve MEB’in ortaklaşa düzenledikleri 100 milyon avroluk temel eğitime destek projesine başvurdu ve projenin liderini, projenin 15 milyon liralık öngörülmemiş ek masraflar bütçesinin tamamını müfredat değişimine ayırmaya ikna etti. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk; AKP’nin 18 yıldır bugünümüzde ve geleceğimizde yarattığı yıkımın ilk adımlarını atandır ve şu anda da en güçlü sürdürücüsüdür. Müfredatın salgında son derece olağandışı bir dönem yaşarken dahi seyreltilmemesi ve her çocuğun istediği okulda eğitim görmesi en temel hak iken, salgında derinleşen eşitsizliklere rağmen sınavların yapılma ısrarı sınıfsal bir tercihtir.

MEB’in yayımladığı 2019-2020 LGS raporunda sosyo-ekonomik durumu üst-orta düzeyde olan ebeveynlerle, alt düzeyde olan ebeveynlerin çocukları arasındaki puan aralığı 122’ye ulaştı ve özel okullarla , kamu okulları arasındaki eşitsizliğin temel göstergelerinden olan yabancı dil testi sınavda en belirleyici alt test oldu. Alınan “puan”ların çocukların gençlerin tüm yaşamlarını, geleceklerini belirleyeceği bir gerçeklikte ise uzaktan eğitime hiç erişemeyen veya yalnızca EBA TV’den erişebilen bir öğrenci ile salgında okulların kapanmasından bugüne özel bir okulda kesintisiz ulaşabilen bir öğrenci aynı sınavlara girmek zorunda bırakılıyor.

Bir çocuk; yoksul bir ailenin çocuğuysa, kız çocuğuysa, mevsimlik tarım işçisi olarak çalıştırılıyorsa, anadili Türkçe değilse ve mülteci bir çocuksa bu sistem değil eğitim hakkı, yaşam hakkı dahi tanımıyor. Tüm çocukların eğitim hakkından sorumlu bir Milli Eğitim Bakanı da yaşattıkları bu karanlığı şu cümleyle özetliyor;

“Sen ağa, ben ağa bu inekleri kim sağa?”