Daniel Pennac, edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra, polisiyeye adım atmış, sonra ağır kitaplara yönelmiş ve çocuk kitapları yazmakta karar kılmış bir yazar. Çocuk kitaplarını tercih etmesinin sebebi ise samimiyet

Sen, ben misin gerçekten

TEVFİK KALKAN

Hindu bilge Maharaj, gerçekliğin peşine düşmüş yolculara şöyle sesleniyordu: “Biri dışında tüm sorulardan vazgeç: Ben kimim?”

Size bedeninizle ilgili bir sır vereceğim.

Size, koruduğunuz, kutsadığınız, bazen utandığınız, değiştirmeye çalıştığınız ve bu uğurda hırpaladığınız bedeniniz hakkında daha önce hiç duymadığınız ama var olduğunu içinizin en derininde hissettiğiniz bir sır vereceğim, hazır mısınız:

Aynada gördüğünüz o şey, siz değilsiniz.

Sır bu. Faş olduğuna göre artık, aynayı beri almanın vakti geldi demektir. Şunu söylüyor Lacan aynadan öncesi hakkında: Siz zaten var olan her şeysiniz. Dünyaya gözlerinizi açtığınız anda evren ve ayna dahil, siz her şeysiniz.

Kendinizi hissettiğiniz anda başlar ayrılık her şeyden.

Kendinizi, kendiniz olarak hissetmeniz başkalarının varlığı ile başlar. Bu kendinizden azalmanız demektir. İnsan olmak yazgısı bunu söyler. İnsan sosyal bir varlık olarak hayat kazanır. Ve bu da çoğaldıkça azalmak demektir aynanın karşısında.

İletişim kurmak istediğiniz her kim ise artık yıldızlar arası mesafe uzaktır size. Oysa yaşamın başında en uzak yıldızlar bile sizdiniz. Gözlerinizin görmeye yetmediği zaten yoktu. Kendinizi gördüğünüz anda aynada, başka şeyleri görememek mefhumu ile ilk kez karşılaşmış oldunuz.

Böyle başladı her birimizin dünyadaki hasret yolculuğu.

Kusursuz, huzurlu bir ana karnı özlemi gibi görünecektir ilk elde bu. Değildir. Sen, dünyaya gözlerini açtığın an, herkesin sen ve senin parçan olduğu anı özlersin.

Bedenin ise en ırak mesafedir bu su’dan â’na.

Bu dünyada ben olmak, bedenini öğrenmen ve kontrol edebilmen ile başlar, sonrası ölüme değin süren bir savaştır. Aslında senle alakası olmayan. Trajedi şu ki, beden ve sen bir ve aynı şey olmadığınız halde bir arada yaşayacaksınız.

Üstelik ayrımını kendine bile kanıtlayamayacağın bir ve aynı şey olarak.

Bu tuhaf durumu olanca tuhaflığı ile anlatmaya davranan bir kitaptan söz edeceğim size: Daniel Pennac yazmış, adı Bedenin Güncesi.

Pennac, 1944’te Kazablanka’da doğmuş bir Fransız. Uzun yıllar edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra, polisiye romanlarla yazın dünyasına adım atmış, sonra ağır kitaplara yönelmiş ve nihayetinde çocuk kitapları yazmakta karar kılmış bir yazar.

Çocuk kitaplarını tercih etmesinin sebebi ise samimiyettir. O, samimiyetin ve içtenliğin bu dünyada elimizde kalan yegane değerler olduğunu düşünmektedir. Eserleri gibi, dili ve anlatımı gibi, yüzüne de yansıyan bir içtenliği var Pennac’ın. Seviyeli bir samimiyetten hoşlanan okuyucu kitap boyunca onun sesini işitmeyi sevecek.

Bedenin Güncesi, Pennac’ın en ağır kitaplarından. Aslında kendisi muzip polisiyeler ve hayal gücü harikası çocuk kitapları yazmaktan hoşlanıyor. Fakat bu “ağır” sözü sizi ürkütmesin. Günlük şeklinde yazılmış son derece akıcı ve rahat okunan bir romandan bahsediyoruz. Roman akıcı; fakat meselenin özü ağır.

Sartre, başkaları cehennemdir demişti, Rimbaud ise ben, bir başkasıdır. Bu iki düşünceyi, önermeyi, vahyi üst üste koyunca şunu okuyorum ben: Adına cehennem denizi denilen bir sosyal çevre denizinde, adına benlik denilen bir cehennem adasında yaşıyoruz. Bütün bunların içinde, dışında, çevresinde olan, belki de olmayan, o biz dediğimiz şey korkuyor. Korkuyoruz.

Günce, kitabın on iki yaşındaki kahramanı tarafından, korku’yu, tolere edemeyeceği bir gerçeklik olarak algılaması ile başlıyor. İzcilik kampında oynanan bir savaş oyunu esnasında esir düşer ve arkadaşları onu ağaca bağlayıp kaçarlar. Dakikalar ilerledikçe yalnızlık çoğalır ve bir yandan azalır da.

İnsansız bir tutsaklık alanında karıncalar yürür üzerine, korkudan altına kaçırır, feryat figan. Onu bulduklarında gözyaşı, salya, sümük, çam sakızı ve bok içindedir. İzci ekibinden sorumlu papaz, onu herkesin içinde, ormanın ortasında hortumla yıkar.

Günlük ya da roman böylece bir çığlık ile başlar: “Artık korkmayacağım, bir daha asla korkmayacağım!”

Bedenine şöyle seslenir: “Herhangi biri canımı alabilir, beni bir ağaca bağlayabilir, ormanda terk edebilir, hortum ile temizleyebilir, benimle alay edebilir. Beni koruyacak olan sen değilsin değil mi? Karıncaların beni yemesine ses etmezsin sen! Üzerime sıçarsın!”

Kiminle konuştuğunun gayet farkındadır kahramanımız ve akıl sağlığı oldukça yerinde olarak şunları ekler: “Ama ben seni koruyacağım, seni bana karşı bile koruyacağım! Seni kaslandıracağım, sinirlerini güçlendireceğim, seninle her gün ilgileneceğim.”

Kiminle?

Annesinin bütün ısrarlarına karşı, aynanın karşısına geçmekten ölümüne korkan bir çocuğun sorusunu mesela siz hiç sordunuz mu?

“Sen, ben misin? Sen misin, ben olan? Ben, sen miyim? Bu, biz miyiz? Deli değilim, bunun ben değil de aynanın derinliklerine terk edilmiş herhangi bir çocuk izlenimi ile oynadığımı çok iyi biliyorum.”

İçine kapanık bir bilge haline dönüşen, savaş gazisi babası onu teskin eder: “Oğlum, deli değilsin, senin yaşındaki diğer çocuklar gibi duyumlarınla oynuyorsun. Sorguluyorsun. Ama bu sorgulamanın sonunu hayat boyu görmeyeceksin.”

Ama en azından bir ucundan başlamak gerektiğini düşünen kahramanımız, korkularının bir listesini çıkarır ve hem bu korkularla baş etmek hem de “bu benim” dediği bedenindeki değişimleri kaydetmek için bir günlük tutmaya başlar.

Bedenle ilgili türlü konular tartışılacak bu günce-roman boyunca. Örneğin birine karşı hissettiklerimiz damak tadımızı etkiler mi? Uyumak, tıpkı bir sanat eseri gibi öğrenilebilir ve geliştirilebilir mi? Ölümden bu kadar çok korkmasaydık eğer, ölümü zevk dolu, deliksiz, kusursuz bir uyku gibi kabullenir ve bekleyebilir miydik?

Roman boyunca anlatıcının, kızı Lison’a yazdığı notlara da yer verilmiş. O notlardan birinde kızına şöyle sesleniyor: “Lison, beden sizin kuşağınızın bir icadıdır. Bu modern bedeni ne kadar çok inceleyip, teşhir edersek o kadar çok eksiliyor.”

Foucault, Cinselliğin Tarihi’nde, cinselliğe 18. yüzyıldan, cinsel yaşama ise 19. yüzyıldan sonra sahip olduğumuzu söyler. Bundan önce sahip olduğumuz tek şey bedendir. Psikanaliz ise, günah çıkarma ediminin modern bir versiyonundan başka bir şey değildir.

On iki yaşındaki kahramanımız, elinde tuttuğu ekorşe ile aynanın karşısına geçip bu iki nesneye bakmış ve “ben ve olmak” hakkında düşünmüştü. Siz de bu kitabı okuyarak düşünebilirsiniz aynı konu hakkında.