Türkiye’de sizin zamanınızdaki gibi olmayıp artık zar zor yapılacak ve yapılan bizim işlere gelince… Devam etmek isteyenler, edemeseler de hep ümidi olup durmayanlar bayrağını devralıyoruz biz de yanınıza gelene kadar.

Sen bizdensin: Umur Bugay

GÖRKEM YELTAN

Taksim’le Levent arasındaki metronun o günkü seferinden çıkamıyor, o kısacık yolculuktan da Umur Bugay’ın gülen gözlerinden de uzaklaşamıyorum. İnersem hayatımdaki pek çok güzellik sona erecek gibi. İstesem de istemesem de Şakirin Cami ve Karacaahmet’le birleşecek hayatımın bu noktası, tıpkı babam için yakın zamanda Koca Cami ve Eğriboyun’la birleştiği gibi. Onunla bindiğim trenden de inmek zorunda kaldığım gibi.

Babamla Aydın Engin’in köşesi Tırmık’ı okurduk. Daha ufakken Uğur Mumcu’yu kaybettiğimizde, ben ne okuyacağım şimdi diye düşündüğümü anımsıyorum. Tırmık, büyüdüğümü düşündüğüm zamanlardaki vazgeçilmezim olmuştu. Köşenin sahibinin yüzünü bilmesem de yıllar sonra üniversite için İstanbul’a geldiğimde bambaşka şeylerin yanında Aydın Engin’i ve Tırmık’ı hiç unutmamıştım. Bizimkiler’in yapımcısı olarak çok iyi bildiğim, filmlerini izleyerek büyüdüğüm Umur Bugay’la çalışmaya başlamak mutlu etmişti beni. İsmini iyi biliyor ve tanımadan seviyordum Türkiye’deki herkes gibi. Her zaman gözlerinin içi gülen yüzünü ilk gördüğüm andan itibaren daha da çok sevmiştim onu. O büyük büyük, bana uzak ustalar değillerdi onlar artık; cana yakın, benim değerli ustalarım olmuşlardı zamanla. Sayamayacağım kadar güzel, iyi, yetenekli isimle çalışıyordum onun yapımcısı olduğu işte. Kendi evim kadar onların evlerinde de büyüdüğüm Bizimkiler ekibi ve sevdiğim pek çok işin yaratıcısıyla birlikte olmak, İstanbul’da değilim de eski evimdekiler bir yerlere gitmiş ve ben ders çalışmak ya da kitap okumak için salonumuzda kalmışım duygusu veriyordu bana. Yüzde yüz evimdeydim, bundan hiç mi hiç kuşkum yoktu. Zihni Göktay, “Siz o Aydın Abi misiniz? Aydın Engin mi? Tırmık’ın yazarı Aydın Engin mi?” diye hayretle ağzımdan dökülen soruları Umur Abime benim yanımda aktardığında, Umur Bugay’ın kahkahalarla güldüğünü hatırlıyorum: “Bunca zamandır çok sevdiğin, her gördüğünde sarıldığın Aydın Abinin, Aydın Engin olduğunu bilmiyor muydun?”

Bilmiyordum. Beni seven, benim her derdimi dert edinip, bana destek olan, beni geliştiren, şekillendiren bu harikulade insanların benim için kim olduklarını iyi biliyordum bilmesine ve onların kollarının altına güzel mi güzel bir liman bulmuş gibi sığınıyordum da Aydın Abimi senaristimiz, Zihni Abimi dizide torununu oynayıp çok sevdiğim ustam, Umur Abimi de beni ilk gördüğü andan itibaren koruyup kollayan dizimizin yapımcısı diye biliyordum. Zamanla, büyüdükçe daha iyi öğrenecektim kim olduklarını. Bir tek benim için değil dünya için ne anlama geldiklerini. Ve diğerleri… Hayran olduğum, sonrasında Komşu Komşu dizisinde ilk kez tanışıp, çalışıp, sevdiğim herkes. Beni bugün Taksim metrosundan hep bu güzel insanlar ve Umur Bugay’ın gülen gözleri indirmiyor işte. Onlarla yolculuğuma devam ediyorum.

Türkgücü Caddesi’ndeki Bugay Yapım’a bugün bile “bizim şirket” diyorum ben. Benden başka pek çok kişinin de öyle dediğinden eminim. Bizim şirketle bundan sonra neden iyi dizi yapamayacağımızı anlatırken, kitaplarımızın gidişatından konuştuğumuzda, Türkiye’nin bugününü bizim alanlar üzerinden değerlendirirken pek de mutlu olmadığımızı daha iyi idrak ediyorum şimdi. “Peki bunlardan bahsederken yüzünde bir mutsuzluk işareti var mıydı Umur Bugay’ın?” diye soracak olursanız, asla yoktu! Konuştuklarımızdansa onun bakışlarını, sıcaklığını hatırlıyorum. Gülen gözleri vardı bir de. “Yapacaksın, yaparsın, yapacağız, hepsine devam edeceksin, edeceğiz” sözleri kulaklarımda yankılanan. Hayatta çok az insan size şevk, neşe, üretme azmi, umut, mutluluk aşılar. Umur Bugay da bunlardan biridir işte. Yaptığı her işle size örnektir, sizi çalışmaya, yaşamaya, üretmeye yakın çizgiden bir milim bile uzaklaştırmaz. Hayatı, yaptıkları, bakışı, duruşu, konuşmaları, öğütleri, ürettikleriyle buna asla izin vermez. Onunlayken elinizde söyleyecek iyi bir şeyler olsun istersiniz. Her zaman var olan cebindeki projelerinden ilham alırsınız. Ağzından çıkan her “Aferin” sözü sizin için kazanılan en büyük ödülden, en büyük karşılıktan daha büyüktür çünkü.

İlk tanışmamızdan yıllar sonra başka bir iş daha “denedik” birlikte. “Bunu da denemedik demeyelim, sen bizdensin, koşullar da bu” dediği başka bir diziydi o. En baştan deneme dediğimiz için pek de dert etmemiştik ayakta duramadığımızı ama ben hep onunla beraber olmak istediğimden çok üzülmüştüm işin devam edememesine.

“Sen bizdensin,” hoyratça kullanılan bir sözse de çoğunlukla bizim yaşadığımız ortamda, Umur Bugay’ın ağzından döküldüğünde hemencecik tam tersini akla getirmelisiniz. Sıcaklık, yuva, şefkat, insanlık vardır ondan duyduğunuzda. Onunla tanışma şansını yakalayanlar herkese uzattığı o güzelim ellerini, yere düşenleri kimselere çaktırmadan gülümseyerek kaldırmasını, Türkgücü’ndeki o ofisten kimlerin hangi dertlerle, sevinçlerle, boşa çıkmayan ümitlerle geçtiğini bilirler. Bununla beraber düşünce yapısının hayranlık uyandırdığını da gayet iyi bilirler, Bugay okulunun sessizce eğitime devam edişinin güzelliğini de. Dokunduğu, iyileştirdiği, yeteneğini ortaya çıkardığı insanlar saymakla bitmez. Onun yetenekleri ve çok yönlülüğü de:
Yönetmen, yapımcı, senarist, dramaturg, yazar ve küçük sürprizlerle karşımıza çıktığı sanatın diğer alanları…Dizileri, filmleri, senaryoları, oyunları, öyküleri, kitapları, ödülleri, pek çok yolla, yöntemle bizlere aktardığı düşünce yapısıyla, olgunlaştırdığı fikirleriyle büyüdük. Bizden sonrakiler izlerini sürerek büyümeye devam edecekler. Sinema, televizyon, gazete, dergi, yayıncılık alanındaki eserlerinin disiplinlerarası yolculuğunun keyfine daha iyi varabilecekler.

20 yaş. Babamın beyin kanaması geçirmesi ve yirmi üç yıllık felcin başları. Ailem diyebildiğim bir setin içinde çalışıyor, Umur Bugay’ın “Komşu Komşu” isimli günlük, sitcom dizisindeki sekiz oyuncudan biri olarak, ustalarımla birlikte yer alıyorum. Sabahları Yıldız Kenter, Haldun Dormen ve hocalarımın dersine gidiyor, haftada üç gece Uğur Yücel’in mekânı Eski Yeşil’de vestiyerde çalışıyorum. “Çocuğun okulu ve işine göre ayarlayalım çekimleri,” diyen bir harika insan, o dönemi zor üstlenmem nedeniyle yüzüme vuran izlerin de makyajla kapatılabileceğini söylüyor. Babamı, şimdi de Umur Abimi kaybediyoruz. Kaybetmek denmemeli buna. Kullanmadığımız, yeni bir söz icat edilmeli. En son metroda karşılaştığımızda kitaplarımızdan konuşuyoruz, bir de dizi piyasasında neden “bizim şirket olarak” artık iyi işler yapamayacağımızdan. Babamı öp benim için Umur Abi. O da seni. Türkiye’de sizin zamanınızdaki gibi olmayıp artık zar zor yapılacak ve yapılan bizim işlere gelince… Devam etmek isteyenler, edemeseler de hep ümidi olup durmayanlar bayrağını devralıyoruz biz de yanınıza gelene kadar.