Ne zamandır Aydın Boysan’la ilgili bir şeyler yapayım diyordum sonra, yahu neden Burak’la babasını konuşmuyorum dedim. Ve aşağıdaki söyleşi çıktı.

Sen çok yaşa Aydın Boysan!

FERİDUN NÂDİR - feridun.nadir@buyukkeyif.com - RAKI BEYAZI

Aydın Boysan’la üç kere rakı içtim. Ama üçü de kalabalık masalardı ve bütün kalabalık masalarda olduğu gibi sohbet karman çormandı. Yine de müthişti.
Boysan, bana göre şu sayfada bir yıla yakındır anlatmaya çalıştığım şeyi bünyesinde toplamış birisi, gerçek bir ehlikeyiftir. Yani, yaptığı işi münhasıran salimen bitmesi ve güzel olması için yapan, “yavaş yavaş” yaşayan, zarif, yaşadığı dünyayla ilgili birisi. Zaman kavramıyla modern insanınki gibi hastalıklı bir ilişkisi yok. Gazetelerde yazmaya 61 yaşında başlamış, 63 yaşında ilk kitabı çıkmış, 85 yaşına kadar 30 kitap yazmış.

Rakıyla ilişkisi de çok edepli. Öyle olmasaydı bu kadar uzun ve kaliteli bir ömür sahibi olabilir miydi zaten? Günde bir buçuk küçük susuz, sonra vücudunu dinleyerek azaltma… Bugün haftada iki kere en fazla iki duble. Orhan Veli’den Cihat Burak’a, Cevat Çapan’a müthiş çilingir arkadaşları, bilimkurgu romandan rakı kitaplarına yazar, yayıncı, gezgin, pirimiz, canımız, ağabeyimiz.

Bir de oğlu var, Burak Boysan, onunla da hem arkadaşlığım var, hem de sosyal medyadan beğenerek takip ediyorum. O da önemli bir mimar. O da babası gibi neşeli, akıllı, iyi kalpli bir insan.
Ne zamandır Aydın Boysan’la ilgili bir şeyler yapayım diyordum sonra, yahu neden Burak’la babasını konuşmuyorum dedim. Ve aşağıdaki söyleşi çıktı.

» İnsan Aydın Boysan’ın sinirlenebileceğini düşünemiyor. Var mıdır öyle tokat yemişliğin filan?
Yemişim birkaç tokat küçükken ama bunu bir tek ailenin hafızası annem hatırlıyor. Ama demek ki öyle olmuş, çakmış iki tane. Eğlenceli de oluyor yıllar sonra “nasıl vurdun el kadar çocuğa zalim” muhabbetine girmek. Bir de iki şeyi karıştırmamak lazım: Babam yüksek sesle bağıra çağıra konuşur çoğu zaman, masada keyiflendiği zaman sesi daha da yükselir. Annemle 65 yıllık evliliklerinde en sık tekrarlanan masa konuşmalarından biri “Huooop, bağırma Aydın, -Sesim böyle çıkıyor, n’apayım, -Herkes bize bakıyor, -Baksınlar, huoop!” Burada ister istemez ailenin etnik kökeni konusuna girmemiz lazım. Babamın büyükbabası Rize Viçe (siz ona Fındıklı dersiniz) Pishala köyünden (Pishala da Lazca “merdivenli göl” demek). Babamı hayatında ilk defa 2011’de 90 yaşındayken o köye götürdük ama, İstanbul’da gerçek bir Pishalalı gibi yaşadığı oraya gidince belli oldu. Bağıra çağıra konuşuldu. Muhabbet arttıkça sesler yükseldi, kıyamet koptu. Görenin “bu kadar bağrıştıklarına göre kesin kavga ediyorlar, birazdan dalacaklar” zannettiği an, aslında muhabbetin en koyulaştığı andı. Soruya geri dönersek, evet sinirlenir, ama sık sık bağırdığı için hangisi sinir bağırması hangisi konuşma bağırması arada kaynar gider, siniri de çabuk geçer zaten.

» İşlevselliğin çıldırdığı, estetiğin yerin dibine indiği, İstiklal Caddesi’ne asfalt döküldüğü bir ülkede mimarlık zor değil mi?
Son 5-10 yıldır mecbur olmadıkça mimar olduğumu söylemiyorum zaten. Mesela uçakta gidiyorsunuz, yanınızda da tanımadığınız biri oturuyor, her zamanki gibi İstanbul üzerinde dört dönüyorsunuz, sıra “siz ne iş yapıyorsunuz?” muhabbetine gelmiş, aşağıdaki binalara baka baka “mimarım” demektense “kaportacıyım” derim daha iyi. Geçenlerde Kapadokya’da bir otele gittim -ismi lazım değil- kaya mezarlarını otel odalarına dönüştürmüşler, havuzlu mavuzlu, inşaat sorumlusu “şu gördüklerinizde orijinal hiçbir şey bırakmadık, hepsini yeniden yaptık” dedi gururla. Konuşmaya devam edersem susturamazsın, en iyisi burada keseyim.

» Aydın Boysan’la rakı içmek zor değil mi?
Hiç zor değil valla. Sosyal medyadaki “Aydın Boysan’a göre rakı içmenin 90 kuralı” gibi efsaneleri (bahsi geçen yazı bir buyukkeyif.com yazısıdır, birileri Aydın Boysan’a atfetti, öyle yayıldı gitti. F.N.) sarsmak istemem ama babam da “öyle içilmez, böyle içilmeli, o konuşulur, bu konuşulmaz” diye rakı masası müfettişliği yapmaz, kimseye sarı kart göstermez, yeter ki masada adabıyla oturulsun, konuşulsun. Hatta babamın söylediği bir şeye çok katılıyorum: “Türkiye’de düzelen tek şey rakıların kalitesidir.” Eh rakılar bu kadar düzelmişken “rakı içmenin adabının 17. kuralını yerine getiremedim” diye kasmamak, tadını çıkartmak lazım.

» Babanla ne sıklıkta rakı içerdiniz, içersiniz?
Buradaki anahtar kelime ‘balkon’. Bizimkilerin balkonu. Eğer onlara gitmişsek ve akşamsa ve Boğaz manzaralı o balkonda oturuyorsak, hele mehtap da varsa, eh rakısız olmazdı, hâlâ da olmuyor.

» Rakı diğer içkilere göre farklı mıdır? Nedir farkı?
“Her hal ve şeraitte rakı içilmeli” diyemem. Şahane şarapların, hatta biraların -bilhassa grappaların- gücüne gitmesin ama her içkiyle kadeh tokuşturulabilir, gene de rakıyla kadeh tokuşturmak farklıdır sahiden, “şerefe” de en çok rakıya yakışıyor.
Geçtiğimiz aylarda yurtdışındaki bir Lübnan lokantasına gittik. Muhammara, humus, babagannuş vardı ve hepsi de -belki bir tek Antakya hariç- Türkiye’de yediklerimizden çok daha iyiydi. İyi de bir şarap söyledik. Ama olmadı yakışmadı. Hatta o mezeleri mundar ettik muhtemelen şarap yüzünden. Orada rakı olmalıydı. Yani bir, çalan müzik -hayır fasıl olması hiç şart değil. İki, yanındaki yiyecekler -su böreğiyle de içilmez. Üç masa ahalisi rakıya yakışıyorsa, şahanedir.

» Son olarak babanın kutuplara kutup buzuyla rakı içmeye gittiği doğru mu?
Uçakla kutupların üstünden geçtiği ve o sırada hostesten buz istediği doğru, Finlandiya’nın kuzeyine gittiği de doğru. Ama kutup buzuyla rakı içmek için kutuplara gittiği daha efsanevi tabii.