Eller aya, biz yaya, bizim en bildik klişelerimizdendir, bunu aşacak ne yaptık, işte meselemiz budur. Ancak tüm bunların da ötesinde, adı sanal olsa dahi, sınırların kalktığı bir dünya yaşanıyor internette, özgürlüklere düşman olanların, tüm tepkisinin, başkaca bir sebebi de haliyle namevcut.

Sen denetleme mümkünse…

Alper Turgut

İktidarın, Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) aracılığıyla, internet üzerinden yapılan yayınlara denetim getirmesi, uygulanabilirlik konusunda bariz muğlaklık içerse de, biricik gayenin sansür olduğu apaçık. Erk mekanizmasının işine gelmeyen, haliyle televizyonlarda da gösterilemeyen siyasi, insani, hayati içeriklerin, internet aracılığıyla yayılmasını istemiyorlar, görüntülerin görünür olma ihtimali dahi, tatlı rüyalarını kaçırıyor besbelli.

Gazeteci arkadaşımız Ergün Demir’in, evladına pantolon alamadığı için intihar ettiği söylenen babanın ardından yaptığı haberden sonra gözaltına alınması, mevcut vahametin tescili değilse, harbiden nedir? Haber filan istemiyorlar arkadaş, sadece övülsünler, alkışlansınlar, yere göğe sığdırılamasınlar, sürekli pohpohlansınlar, yegâne arzuları bu, haber değil, PR çalışması yapılsın, gazetecilik değil, halkla ilişkiler ve reklam mevzusu alıp başını yürüsün, işte o kadar. Yani televizyon kanallarının hali ortada, internet platformlarını da aynı şekilde, sıkılmış limona benzetecekler.

25 Uluslararası Adana Film Festivali’nde yazıyorum bu yazıyı, aynı gün içerisinde, hem son derece lüks gece kulübünde, su gibi para akıtarak, dünya yansa umurumda değil modunda eğlenen insanları da gördüm, hem de sokak arasındaki çöp konteynırının yanı başında, bulduğu karpuz ve kavun kabuklarını temizleyerek kemiren adamı da…

Doğduğum güzelim kentte, turist pozisyonunda da olsam hayli zamandır, bu büyük değişimi fark etmemi engellemiyor.

İşte bu çöplükte bulduğuyla beslenen, başkalarının artığıyla hayata tutunmaya çalışan çaresiz insanı, televizyonlardaki haber bültenlerinde görmeniz mümkün değil artık! Kaldı mı geriye internet, hah! Mesele tastamam budur, memlekette kriz mriz yok, her şey çiçek, kelebek, herkes memnun, gayet mesut!

Geçen hafta, Cumartesi Anneleri’nin eylemine gittim, polisler, devletin verdiği sürekli sarı basın kartını göstermeme karşın, inat ettiler ve içeri sokmadılar, ne yaptım, ne ettim, barikatı aşmama engel oldular. Polislere, yahu aranızda yetkili bir kimse yok mu dedim, hop gidip komiserlerini çağırdılar. Komiser, kartımı dikkatle inceledi, GBT’ye bakacaksan, o işi metrobüste çözdük dedim, anlamsızca yüzüme baktı, sonra burada haber falan yok diye geçiştirmeye çabaladı. Diretince, bu kez takip edilmesi yasak dedi, haydaaa OHAL bile kalktı, neyin yasağıymış bu diye sordum. Ben bilmem müdürüm bilir dedi. Eee müdür nerede, barikatın öteki tarafında, oraya nasıl gideceğim, yanıt; tısssss! Aynasızlar, çeyrek asır önce, sarı basın kartım olmadığı için engel oluyorlardı, şimdi olması da fark etmiyor. Hemen her şey yenileniyor ve gelişiyor, zaman inadına ilerliyor, lakin mevzu en temel haklar olunca, yakıcı gerçeğimizin özeti; bas geri!
Adana Film Festivali demişken, son yıllarda attığı deparla, memleketimizin en gözde, en önemli ve değerli film festivaline dönüştüğünü vurgulamak isterim. Hele hele bu sene, yurdumuz adına bir ilki yaratmışlar, resmen dijital devrim yapmışlar, cep telefonuna uygulamayı indiriyorsun, filmini ve koltuğunu seçiyorsun, işlem tamam. Ulusal uzun metraj kurmaca için tam 42 film başvurmuş, ön jüri aralarından 15 finalist yapımı belirlemiş. Elbette iyi film sayısı az, vasatlar çoğunlukta, bu festivalin derdi değil. Sorun, memleketimizin sinemasında, muhalefetin durumuna benzeşiyor haliyle, bir türlü üretemiyor, üzerindeki ölü toprağını atamıyor, silkelenip ayağa kalkamıyor. Ne yazık ki… Hal böyleyken, ne etsin sayın halkımız, işte birçok sinemasever, ister istemez yabancı filmlere meylediyor, haksız da değiller hani.

Evet, Adana iyi ve doğru bir yol tutturmuş, peki, Türkiye’nin en eski film festivali olan Antalya ne durumda? Bakın, 55 yıl, dile kolay, Yeşilçam’ın kalesi, sinemamızın vitrini olan Antalya’nın, kısaları, belgeselleri, ardından da ulusal uzun metraj kurmaca yarışmasını kaldırması, gerçekten kimsenin umurunda değil mi? Bir de bu yıl, sanki Antalya’yı, Adana’yla birleştirmeye karar vermişler, çünkü resmen biri bitmeden daha, diğeri başlıyor. Antalya’nın sorumluları, şu gereksiz restleşmeye artık bir son verin, dev gibi kentten, minicik Cannes çıkartma çabası, hem komik, hem de dramatik çünkü. Ha aklıma gelmişken, sinemacılarımız, babaları ve güvercinleri çok seviyor sanırım, dört baba, iki güvercin filmi, yeni bir moda başlatmaz umarım. Meramımı dile getirdiğime göre, Adanaca soralım o vakit; Ayıktın mı?

Anons adlı çokça konuşulan filmi, dün gece seyrettim nihayet, bir dönem işi, 1963 yılında yaşanan ve daha sonra ayaklanma olarak adlandırılan başarısız darbe girişiminden yola çıkıyor. Tasfiye edilmiş dört subayın, İstanbul Radyoevi’ne baskın düzenleyip, anons ile halka seslenme gayretinin, gündelik hayatla karşı karşıya kalması, filmin kısa hikâyesi… Yer yer komik, bir parça absürt bir yapım ve ziyadesiyle kara mizah. Kendi adıma, eleştirilerim de olsa, filmi iyi buldum, salondan çıkarken, insanların, cunta girişimi gibi ciddi bir konunun, sulandırıldığından bahsediyorlardı. Bir avuç rütbelinin, milyonlarca sivilin geleceğiyle oynama çabasına girmesi, şuursuzluğun dibidir ve bu hal, kabul buyurun absürttür. Halktan kopuk, insanlıktan uzak bu anlamsızlıklar silsilesi, çok canını yaktı bu güzelim coğrafyanın, tarife lüzum bile yok!

Eller aya, biz yaya, bizim en bildik klişelerimizdendir, bunu aşacak ne yaptık, işte meselemiz budur. Ancak tüm bunların da ötesinde, adı sanal olsa dahi, sınırların kalktığı bir dünya yaşanıyor internette, özgürlüklere düşman olanların, tüm tepkisinin, başkaca bir sebebi de haliyle namevcut! Güvenli internet istiyoruz ile başlar bu süreç, sonra sansür, oto-sansür, ceza ile devam eder. İhbarcı yurttaşların zaten hoşuna gider mevzu, burada geleneklerimize laf söylendi, şurada öpüştüler, aaa içki içtiler, neeeeee seviştiler mi, ülkemizi kötülüyor hayınlarr gibi ve benzeri coşma halleri, mekanizmayı harekete geçirmeye yeter de artar bile… Çocuk, hayvan istismarına, kadınlara yönelik tacizlere, nefret söylemine karşı çıkmak, salt devletin değil, hepimizin en asli yükümlülüğü, bu suçtur ve cezası vardır, gerekçe bu olursa ve potansiyel aranırsa, lanet fişleme devreye girer. Bakın denetleme dedik, fişlemeye kadar geldik. Sorarım, yönetenlerin amacı hakkında hala şüpheleriniz mi var?