Sevgili Mehmed sen öte yakaya gideli tamı tamına iki yıl olmuş. Yine mevsimler değişiyor. Hayat yine olanca telaşesi içinde akıp...

Sevgili Mehmed sen öte yakaya gideli tamı tamına iki yıl olmuş. Yine mevsimler değişiyor. Hayat yine olanca telaşesi içinde akıp gidiyor. Bildiğin koşuşturmalar, işte!
Bir yere acilen ulaşmak kabilinden, günün olanca yoğunluğu, sanki bir sonraki gün aynı yoğunluk yaşanmayacakmış gibi, kendini kaptırıp gidiyor. Hep telaş içindeyiz. Hep “aman geç kaldık” hallerindeyiz.
Oysa göz ardı  ediyor, ihmal ediyoruz dostlarımızı, daha dün yazdıklarımızı, dertlerimizi, tasalarımızı…
Ne denli uğraşırsak uğraşalım; yaptıklarımız ve yazdıklarımız hep bir yanından bir eksik kalıyor…
Şimdi sen yattığın yerden göz kırparak demiyor musun “Keşke birkaç sene daha ömrüm olaydı da; şu Hêviyên Aeurbach, ile Xewnên Melayê Batê’yi hatta ‘Uzun peşmerge yürüyüşü’nü yazaydım” diye. Ama gördüğün gibi olmadı. Bırakıp gittin işte. Notlarınla, eskizlerinle, defterlerinle ve projelerinle…
Senin vefatından sonra mezar yerine çok uğrayanlar oldu. Kente gelen bir dolu beni âdem “Bir merhaba” kabilinden sana ziyaretler yaptılar. Senin üzerine çok yazılar yazıldı. Kitaplar yayınlandı.
Seni, eskiden beri tanıyanlar bir kez daha kitaplarını okumak derdine düştüler. O güne kadar tanımayanlar ise kitaplarınla ilk kez tanışarak daha önce tanışamadıkları nedeniyle, kendilerine kahrettiler.
Oysa sen de bilirsin ki; çoğu insanların çok iyi bildiklerinin aksine yazarları  tanımak neredeyse imkânsızdır. Sokakta “herhangi biri”  olarak bir yazarı gördüğünde insan teki, hatta tanıştığında, o okunan ve okunduğunda çarpınılan satırları, sayfaları, kitapları “gerçekten o mu yazmış” şaşar insan denen varlık…
Sonra düşer o satırların yazarının ardına… Sorularına yanıt bulmak adına!
Yazarlar, tıpkı  yazmayanlar gibidir sevgili Uzun. Sokaklarda, caddelerde herkesler gibi, herkeslerle birlikte gezer, dolanır ve yaşarlar. Sonra da giderler ve kapanırlar kendilerine ait odalarına. Herkeslerin unutmaya yüz tuttuğu kelimeleri, yazarlar asla unutmaz. Çünkü bilirler herkeslerin konuştuğu gündelik birkaç yüz kelimelik dille edebiyat yapılmaz. Yazar dediğin; birer sadekâr, kalemkâr ve hattat titizliğiyle unutulan kelimeleri sararmış sayfaların ve dengbêj seslerinin ayırdında yakalar ve yeniden edebiyatın olağanüstü metinlerini yazar ve paylaşır. Yazarı yazar yapan, öldükten sonra da ebedileştiren tam da budur…
Sen tam da bunu yapıyordun işte…
Sahi, şimdi sana bunları, yani “işini” neden anlatıp kafanı şişiriyorum ki!
Sen zaten bu yazdıklarımı ziyadesiyle başarılı bir üslupla paylaşıyordun ya okurlarınla. Sadece kelimelerin kabuğunu kırıp içindeki çekirdeği paylaşmak mıydı derdin! Elbette değil!
Ülkenin ve halkının yüzlerce yıldır çektiği acılar bir entelektüel olarak senin de derdindi Mehmed. “Barış olsun” diyordun. “Kürtler mutlaka kurumsallaşsın” diyordun.
Oluyor Mehmed oluyor. Biraz geç, bir miktar sabırla, ama oluyor işte. Çocuklar da vuruluyor. Acılar da kabuk bağlıyor. Ama oluyor Mehmed oluyor, her şey giderek olgunlaşıyor işte Mehmed…
Şık bir adamdın. Çoğunlukla yakasız bembeyaz gömleğinle şık ve imrenilecek kadar güzel giyinirdin. Sakindin ve kırıp dökmeden konuşurdun, kibarlıkla, incelikle. Tıpkı bir Kürt Beyefendisi gibi zarafette yarışırdın.
Dostlarını  ve okurlarını hiç mi hiç ihmal etmezdin. Gittiğin yerlerdeki dostlarını günler önceden haberdar ederdin. Ziyaret edilmesi gereken şahsiyetleri ve kurumları özenle seçerdin. Okurların “zayıf” noktandı Mehmed. Okurlarınla buluştuğunda zaman kavramını unuturdun. Bir arabesk şarkının sözleri gibi “Ne yapıyorsam, ne yazıyorsam sizler içindir” diyordun her fırsatta. Buna yürekten inanıyordu okurların.
Şimdi öte yakada, eminim rahat ve huzur içindesin. Her başını kaldırıp ruhunla şöyle bir etrafına baktığında, şehrinin en alımlı yerinde Hewsel Bahçelerine, Dicle Nehrine, Kırklar Dağına bir ses uçurmalık mesafede olduğunu sen zaten biliyorsun.
Şimdi sevdiğin şarkılarını da sadece kendine söylüyorsun.
Yeni romanlarını da sadece kendine yazıyorsun eminim.
Alacağın olsun Mehmed…
NOT: Mehmed Uzun, 11 Ekim 2009 Pazar günü  saat 13.00’de Diyarbakır Mardinkapı  Mezarlığında mezarı başında vefatının ikinci yılı  nedeniyle anılacak.
Tüm sevenleri ve dostlarına duyurulur.