Ulrike: “Nerden çıktı bu ‘hey’? Sanırım ‘dostum’ falan demekti?”  Che: “Biz Arjantinlilerde ‘che’, yani halk arasında  ‘hey, sen’;  dostum, ahbap, birader, ortak gibi anlamları içerir. Halkla konuşurken bu ünlemi çok sık kullanıyordum. Bana ‘che’ demeye başladılar. Ben de Ernesto Guevara yerine kısacık bu takma adı aldım kendime…”  Ulrike: “Özellikle 1968 öğrenci eylemlerinde senin güçlü bir başkaldırı ve devrim simgesi olarak ortaya çıkman yok mu hey, senin Batı Avrupa’da da gerilla eylemlerine esin veren sözlerin: ‘iki, üç, daha fazla Vietnam yaratmak’ deyişin, toplumcu ülküleri aşılamak için şiddetin gerekli olduğu söylemin; yaşamımı değiştiren en önemli etkenler bunlardı… Yazıp durup konuşurken yeraltına inmem…ve  RAF’ı (Kızıl Ordu Fraksiyonu) kurmamız…”  Che: “Öğrenciliğim boyunca Latin Amerika’da uzun yolculuklara çıktım, motosikletle… Kitlelerin yoksulluğunu, o insanların üzerlerindeki baskıları yakından gözlemledim. Marksizm’den etkilendim. Ekonomik ve sosyal eşitsizliklerin tek çözümünün devrim olduğu sonucuna öyle vardım.”  Ulrike: “Hey, iyi de, seni benden önce öldürmediler mi? Burada gömütümün başında olman nasıl şey? Ders vermeye mi geldin yoksa bir yolunu bulup?”  Che: “Senle satranç oynamaya geldim. İyiyimdir bu oyunda da. Küba’da yapılan ulusal ve uluslararası turnuvalara katılmıştım.” Ulrike: “Onu da biliyorum. Sen beni yenersin!” Che: “Bakacağız. Ben siyahları alacağım. Alman devleti olacağım. Sen de beyazlarla oynayacaksın, RAF olarak... Hangi hamlelerde ne oldu diye de çözümlemesi yapılacak bitiminde…”  Ulrike: “Bizim yanlışlarımız ortaya konacak yani?”  “Yoo, genel resme bakacağız sanırım. Yönlemlere(taktik)... Belki böylece burada genç yaşta ne işin var, onu ele alabileceğiz…” Ulrike: “Söyleyene bak! Tamam, aramızda 6 yaş var, sen büyüksün. Ama öldüğünde 39 yaşındaydın. Bense 42…”  Che: “Fotoğrafçılığa ilgim vardı biliyorsun, makinemi de yanımda getirdim.”  Ulrike: “Neden?”  Che: “Hani kendine kıydın diye açıkladılardı ya, oysa seni astıkları odaya girdim ve saptadım kare kare kimler nasıl yaptı diye…”  Ulrike: “Belli değil mi?!”  Che: “Ama somut kanıt yoktu elinizde!”  Ulrike: “Hey, ne diyorsun; baksana ne yandayız artık; sen ve senin çektiklerin de soyut şimdi.”  Che: “Sen öyle san…”  Ulrike: “Off, o hapisane… 15 Haziran 1972’de yakalandım. En ağır koşullarda  tecrit hücresinde tutuldum hep, 9 Mayıs 1976’da orada ölü bulunana dek…”   Che: “Geleceğiz oraya da. Hapisaneleri iyi bilirim. Hapishane komutanlığı yaptım, altı ay. Batista yönetimi memurlarının, komünist eylemlerin bastırılmasından sorumlu kişilerin  yargılanmasından sorumluydum…”  Ulrike: “Time dergisine göre, yönettiğin yargılamaların ‘adil’ olmadığı savlanmaktaydı. Seni eleştirdiler!”  Che: “ Ya, ya, geç şimdi. Daha sonra Ulusal Toprak Reformu Enstitüsü’ndeki görevim de önemliydi. Küba Merkez Bankası’nın başkanı da oldum… Niye gülüyorsun?” Ulrike: “Sık sık parayı kınadığın ve yürürlükten kaldırılmasını desteklediğin için Küba paralarını takma adın olan ‘Che’ ile imzalaman geldi de usuma.”  Che: “Neşen yerinde bakıyorum…” Ulrike: “Senin savsözlerinden biri ya: Dik dur ve gülümse. Bırak neden gülümsediğini merak etsinler.”  Che: “Başka neler demişim?”  Ulrike: “Belki hiç bir şey yolunda gitmedi; ama hiçbir şey de beni yolumdan etmedi… Yaşamda öyle seçimler yap ki; kazandığın şeyler, yitirdiklerine değsin... Yitirmekten korkma; bir şeyi kazanman için bazı şeyleri yitirmelisin… Yitirdiğin tek savaş, uğrunda savaşmaktan vazgeçtiğindir… Gerçekçi olalım, imkansızı isteyelim…  Che: “Ve en önemlisi Ulrike, dünyanın neresinde olursa olsun her haksızlığı kendinize karşı yapılmış gibi duyumsama yeteneğinizi koruyabilmenizdir. Bu bir devrimcinin en önemli özelliğidir…” Ulrike: “Diğer yandan, bizi burada bir araya getiren ölümlerimiz mi, öldürülmelerimiz?” Che: “Sırayla… Önce, başla bakalım; beyazlar oynar...”