Ağacın köklenmesini, kuşun göçmesini, yağmurun yağmasını, rüzgârın esmesini hep kendisi için sanan insanın bütün bunları gönlünce tüketme hakkı olduğuna dair bir ön kabulü var. Kendini dünyanın merkezine koyan insan doğayı sadece insanlığın hizmetine sunulmuş bir kaynak gibi algılıyor. Besin zincirinin tepesine dünyayı yiye yiye yerleşen insan bugün, ihtiyaç dışı tüketimiyle talanın öznesi. Kendini her şeyin üzerinde gören kibrinin neden olduğu sahiplik hissi büyük bir yanılgıyı da beraberinde getirdi. O da, insanın doğayı öldürebileceği fikri… Tarih, yer sallanmaya ve rüzgâr esmeye karar verdiğinde karşısında kâğıttan heykeller gibi yıkılan dev binalar ve ölen milyarlarca insanının hikâyesiyle dolu. İnsan doğayı öldürebilecek kudrette bir canlı değildir. Vereceği zarar sadece kendi ömrünü kısaltır. Taşlar yuvarlanır yeni dağlar oluşur, ağaçlar sürüklenir başka bir toprağa tutunur. İnsan yok olur, hayvan en büyük cellâdından kurtulur. Ne zaman ki insan doğayı öldürdüğünü sanır, kendini bitirir. Ne zaman ki insan biter, doğa kendini yeniden var eder. Yüksek dağları ben yarattım, engin denizleri ben geçtim havası, gezegenimizin hesaplanan tahmini yaşı göz önünde bulundurulduğunda, pek kısa, mini minnacık bir fıkradan ibaret ama insanın varlığı kadar da eski ve uzun bir trajedi. Ezcümle, insan ağlayacaksa ancak kendine ağlayabilecek çapta bir canlıdır.

• • •

15 yılı bulan iktidarlığı boyunca bağ, bahçe, park, orman, dere, balık bırakmamak için yemin etmişçesine çalışan AKP hükümetinin, yıllardır ısıtıp ısıtıp önümüze koyduğu ancak her defasında itirazla karşılaşıp rafa kaldırdığı zeytinlik alanların imara ve sanayiye açılması konusu yeniden gündemde. Bu tarz projelere AKP içinden anlamlı bir itiraz gelmediği için genellemekte sakınca görmeyeceğim: ülkemizde, gerek yönetimde gerek seçmen kitlesinde, betonun yenilebilir, siyanürün de içilebilir olduğuna dair kuvvetli bir kanı olduğu inancındayım. Aksi halde, Türkiye’deki diğer pek çok doğal alan gibi, zeytin ağaçlarının ölümü anlamına gelecek bir tasarıyı 7 yıldır gündeme getirmekteki ısrarı anlamlandırmak zor, çok zor. Eşik bu olunca, ‘insan doğayı değil, ona iyi bakmayarak ancak kendini öldürür’ itirazının da karşılık bulmasını beklemek belki de fazla kolaycı bir yaklaşım olacak. “Zeytin var ya zeytin, hani siyah olur, yeşil olur, kahvaltıda yağına ekmek bana bana yenir, şifadır, sağlıktır, yağına altın suyu denir, binlerce yıldır bu toprağın tarihi, mirasıdır… İşte o ağaçlara kıymayın!” diye seslensek, belki yasayla neye neden olacaklarını idrak etmeleri daha kolay olur. Anlaşılmazsa da sonunda hep beraber ölüp gideriz, zeytin ağacı binlerce yıl daha yaşamaya devam eder. Orasını da varlığını dünya için elzem sayanlar düşünsün.

• • •

AKP’nin bugüne kadar 7 kez değiştirmeye çalıştığı yürürlükteki 1939 tarihli zeytin koruma kanununa göre, ‘zeytinlik alanlara 3 km yakınlıkta, zeytinlerin üremesine ve gelişmesine zarar verecek kimyasal atık, toz ve duman yayan tesisler kurulamaz’. Yani Ağaoğlu yok, Cengiz yok, Limak yok, Kolin yok! Böyle bir şey olabilir mi ya? Olmamalı denerek, ülkenin tarım topraklarını, zeytinlik alanlarını inşaata ve madenciliğe açabilmek için yıllardır canla başla uğraşılıyor. Bir dekarda 15’in altında ağaç olması durumunda alan zeytinlik vasfından çıkarılmak isteniyor ki, Türkiye’de zeytinliklerin neredeyse yüzde 80’inde dekar başına ancak 8-10 ağaç düşüyor. Bu oran Avrupa Birliği ülkelerinde dekar başına 2 ağaç! Dolayısıyla gün itibariyle Türkiye’de 100 milyondan fazla ağacın tehdit altında olduğunu söyleyebiliriz. Doğrudan tarımla ilgili olan tasarının Meclis Enerji-Sanayi Komisyonu’nda tartışılıyor oluşu ise niyet ve hedef bakımından çok açık bir mesaj. Komisyon önceki gün, zeytinliklerin konut ve turistik tesis inşaatına açılması konusunda geri adım attı, ancak madencilik ve sanayi tesislerinin yapılabilmesinde ısrarını sürdürüyor. AKP’nin bundan önce yasalaşmasını istediği tasarıda 25 dekarın altındaki alanlar zeytinlik tanımından çıkarılıyordu. Görüyoruz ki, yeni tasarının tahrip gücü eskisinden de yüksek.

• • •

AKP’nin, zeytin ve zeytinciliğin ölümü anlamına gelen ‘üretim reformu’ hamlesine sosyal medya hesabından “rant için, Anadolu’nun hazinesi zeytin ağaçlarına kıymayın” diyerek itiraz eden Tarkan’a, “Ne yapacakmış zeytinlikleri? Tarkan şarkılarını söylesin! ” diyerek karşılık veren Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü’ye benim de naçizane bir sorum olacak. Peki ya siz sayın bakan? Ne yapacaksınız toprağı, zeytini? Eski Mısır’da firavunların mezarına konan, Roma’da kutsal ekmeğin saklandığı mihrabı aydınlatan yağından; bilgeliğin ve barışın simgesi sayılan yaprağından, Anadolu’nun kadim meyvesinden; kutsal kitaplarda adı geçen ölmez ağacından ne istiyorsunuz? Bugün, ayet okunmuş fasulye deneyine verdiği destekle, Türkiye’nin bilim dünyasında ışıl ışıl parlaması için çalışan bir TÜBİTAK’ımız varsa, 170 milyon ağacıyla halihazırda dünyanın en çok zeytin üreten dördüncü ülkesi olan memleketimizin önünü açacak bir projemiz neden olmasın? Sıklıkla unutuluyor, hatırlatalım. İnsan ölür, doğa yaşar, dünya döner. Yine de siz bilirsiniz.