İnsan, hayatın sularına atılır atılmaz anaforlara kapılır. Kimi zaman dip, kimi zaman yüzey akıntılarıyla sürüklenir. Suda yüzen bir ağaç parçasına tutunur, soluklanmak için; fakat uzun sürmez. Bir şelaleden aşağı yuvarlanır, kayalara çarpar ve on bin parçaya ayrılır. Sonra biri karşısına dikilip “sen kimsin?” diye sorduğunda ne diyeceğini şaşırıp telaşa kapılır. İnsan zamanın sularında paramparça akıp giderken hiçbir zaman “ben kimim?” diye sormamıştır kendine, sorsa da yanıtını bilemez. Yanıt, rastlaşmalarda gizlidir. Her rastlaşmada kendine ait bir parçayı tanır. O tekil nesneye, bitkiye, hayvana, insana rastlamamış olsaydı o parçası sonsuza kadar karanlıkta kalacaktı. Her rastlaşma saklı niteliklerinin bir kısmını çıkarır yüzeye. İnsan kendini zamanla tanıyabilir ya da tanıdığını sanır; hâlâ yüzeye çıkmamış o kadar çok niteliği vardır ki, tanıma süreci asla bitmez. O yüzden “sen kimsin?” sorusu karşısında yapabileceği tek şey vardır; zamanın akışını durdurmak, tüm hayatını gözden geçirip parçalarını toparlamak ve karşısındakine tatminkâr, tutarlı bir kimlik sunmak. Zorlanır, çünkü parçaları, yapboz gibi birbirine uydurup kendi hayatına dair bütünsel bir tablo üretmek zordur. O yüzden böyle bir soru karşısında bocalayacaktır. Çareyi hazır kimliklere sığınmakta bulur. Etnik, cinsel, dinsel, mesleki, politik; aklına gelen, kendisine atfedilmiş ne kadar kimlik varsa, tek tek sıralayarak bu zor soruyu savuşturmaya çalışacaktır.


***

Allahtan gündelik hayatta böylesi zor bir soruyla karşılaşmıyoruz. Daha makul, dolaylı kimlik tanımlayıcı sorular vardır. Mesela “ne iş yaparsınız?”, “ne tür müzik dinlersiniz?”, “ne yer ne içersiniz?”, “hangi takımı tutarsınız?”, “hangi partiye oy vereceksiniz?” türünden sorular. Bu tür soruları size yönelten, sizi büyük bir yükten kurtarır; parçalarınızı bir araya getirerek kimliğinize dair bütünsel tablo yapma işini üstlenir. Araştırmalardaki anket sorularını hazırlayanların amacı da sizi zora sokmadan, kimlik tanımlayıcı sorularla profilinizi çıkarmaktır. Bir araştırmanın çıktısına dönüştüğünüzde kimlerin eline geçeceğinizi, nerede, ne amaçla kullanılacağınızı kestiremezsiniz. Ama verdiğiniz yanıtlarla biçimlendirilmiş profilinizle ticari ve siyasi tezgâhlarda karşılaşacağınız kesin. “İşte bu benim!” diye satın aldığınız ürünler, vaatler, umutlar, iriliğine kandığınız Çin sarımsakları gibidir; çok geçmeden içlerinin boşaldığını ve geriye sadece kabuklarının kaldığını gördüğünüzde hayal kırıklığı yaşamanız garantidir. İnsan hayal kırıklığıdır, bir kabuktur.

***

Toplum ise, süslerine göre hiyerarşik şekilde düzenlenmiş bir kabuk koleksiyonu. İktidar tarafından yöneltildiğinde “Sen kimsin?” sorusu, bir soru değildir; kabuk olarak koleksiyondaki yerinizi hatırlatmak, haddinizi bildirmek için size yöneltilmiş bir tehdittir. Sakın bunu soru sanıp da hayatınızı gözden geçirmeye kalkışmayın, boşuna yorulursunuz. Sizden beklenen, hiyerarşideki yerinize göre davranmanız, haddinizi aşmamanız, sizden daha değerli kabuklara boyun eğmenizdir. Zaten soru formunda olup da aslında soru olmayan bu tehdidi yöneltenin niyeti, sizi değersizleştirmektir. Yeri geldiğinde siz de diğer kabuklara aynı tehdidi savurabilirsiniz. Arkasına da “sen benim kim olduğumu biliyor musun?”u eklediğinizde etkisi büyük olacaktır. Toplum, birbirlerine koleksiyondaki yerlerini hatırlatan kabuklardan oluştuğunda, insan gerçekten kim olduğunu nasıl bilebilir ki? Sahi, siz kimsiniz? Bu bir koleksiyon sorusu değil, gerçekten kimsiniz?

***
İnsan; kabuk koleksiyoncularının eline düştüğünden beri, kabukların başarı öykülerini dinlemiş ve ancak kendisine süslü bir kabuk/kimlik edindiğinde koleksiyon dünyasında yer edinebilmiş biri. Biri karşısına dikilip “sen kimsin?” diye sorduğunda, parçalarını tek tek gözden geçirip kim olabileceğini düşünürken pekâlâ kabuğunu kırabilirdi. Kıramaz, kabuğuna sığınmakta bulur çareyi. Kabuğun altındaki parçaların uğultusunu unutmak için durmadan gündelik hayatın tekrarlarına gömülür; tekrar, bir unutma biçimidir. Oysa parçalarıyla yeryüzünün parçaları arasında icat edeceği bağlantılarla bambaşka bir anlam dünyası da yaratabilirdi. Şimdi anlamı kabuklar arası ilişkilerde arıyor. Ölü kabukların bir geleceği olabilir mi?