Irkçılara, faşistlere, gericilere, zalimlere kızdığında ‘attırmayın benim kel kafamın tasını!’ derdin ya! Sen ne kel bi kraldın be usta!

Sen ne kral bir ustaydın!

Duydum, hoşuma gitti. Dedim, senden iyisine mi gidecek, yazdım başlığı, umarım senin de hoşuna gider! Gerçi sen böyle krallık, imparatorluk, padişahlık, hakanlık filan gibi, ast-üst diyelim ilişkilerinden zerre haz etmeyen bir adamdın, gözünde şu kadar değeri olmayan şeylerdi bunlar. “Üryan geldim yine üryan giderim/ ölmemeye elde fermanım mı var/azrail gelmiş de can talep eyler/benim can vermeye dermanım mı var” der gibi, ‘sivil geldim, sivil giderim’ kafasında bir adamdın. Gençliğinden beri kel olduğun ve belki de hayatta en çok övündüğün şey de bu olduğu için, ‘üryan doğmak’, ‘sivil olmak’ ve ‘kafana göre takılmak’ senin için olağan şeylerdendi.

Her ne halse, kral adamdın vesselam! ‘Kral adam’ güzel lafmış, ‘sen ne kral bir…’ kalıbı da güzel, kim söylemişse şahane! Tabii en sevdiğimiz kral da, elbette Mısır Kralı Faruk filan değildi, hatta hiçbir kral değildi, Taçsız Kral Metin Oktay’dı! Kral dediğin de başına taç takmazdı senin sivil anlayışında! Sen de gençken, genç bir ustayken yani kasket, sonraları da Cumhuriyet icabı fötr taktın! Yine de bunlar senin o sivil kafanı örtemedi, ‘hürlüğün şarkısı’ gibi parlayıp çınlayıp durdu kelliğin semalarımızda!

Dünya, rüyamızda görüp de karşımıza çıkan bir yer değil! Keşke öyle olsaydı da sevinseydik! Belki de dünya bizi sevindirmek için değil, biz dünyayı sevindirmek için varız, bu yüzden gelmiş gibiyiz, yani bir bakıma hepimiz dünya işçileriyiz! Hem bak bu düşünce sana daha çok uyardı. Yani dünyanın aslında henüz yeni kurulmakta olduğu, belki Babil Kulesi’nin dünyanın kendisi olduğu, kuruluş çalışmalarının hiçbir zaman bitmeyeceği, hep süreceği düşüncesi. Sen çünkü bir ustaydın, bu sıfatı tek başına hiç sevmedin, kullanmadın, hatta onu hafifletmek için kendini “Eskişehir Sanayi Çarşısından Çeşmemeydanlı Kel Hasan Ergülen” diye takdim ettin. Eh haliyle bunca uzun bir sunum da gülmeyi, güldürmeyi hak ederdi, hep öyle oldu. Namın, ustadan çok Kel Hasan diye kaldı. Bana kalırsa, gönlünden geçen de buydu.

Dünyayı kurmaya gelmek. Belki de. Bir yandan kurmak, bir yandan onarmak. Sen onarıcılar tarafındaydın. Aslında hem kuruculardan hem onarıcılardandın. Öyle ya, onca çocuk, kızlı erkekli tam 6 çocuk, dünyayı kurmak için daha çok insan yetiştirmek anlamına gelir ki, değme kralda yoktur bu cesaret! Sen o kraldın işte, kel kral ya da kellerin kralı! Aklıma Ionesco’nun ünlü oyunu Kel Şarkıcı geldi birden. Seni hep gülümseyerek düşündüğüm ya da düşündüğümde gülümsediğim için doğal olarak da gülümsetecek şeyler geliyor aklıma, gülüşlü çağrışımlara yol açıyor seni düşünmek bile!

Dünyayı onardın ömrün boyunca. Onarmaktan hiç şikâyetçi olmadın. Hatta iş diye de bakmadın sanırım ona. İşten çok bir görev gibiydi senin için. Ve bu görev sana verilmişti. Onarma onuru. Görünüşte arabaları onarıyordun. Çarpılan, çarpışan, ezilen, yamulan şeyleri, yani bir tür ‘estetisyen’din. Otomobillerin de bir yüzü vardı ve aslında tıpkı insan yüzleri gibi onlar da birbirlerine benzemezdi. Sen işte o yüzleri yeniden güldürmeye çalışıyordun, güldürüyordun da. Tıpkı bizim de, seni tanıyanların ya da tanımayanların da yüzünü güldürdüğün gibi.

Onarmak, güldürmekti belki de, gülümsetmek, yüzünü güldürmek ve senin ilk görevin de karşındakinin yüzünü güldürmekti. Bilmiyorum, senin için güldüğü için mi hep başkalarının da yüzünü güldürdün? Dedim ya, sen ne güleryüzlü bir kraldın be usta! Vardır tabii başka ustalar başka krallar da, ama sen çocukluğumuzu da güldürdüğün için, evimizi de güldürdüğün için, komşuları da güldürdüğün için, hiçbir şeyin hiçbir yerin olmasa da, gönlümüzün kralıydın ya! Sen ne şen bir kraldın usta!

Hem gençtin hem yaşlıydın. Hem de kapkara zeytin gözlerinle acayip yakışıklıydın. Yakana rozet yerine bir gül taktın, onu bize anne yaptın. Gül annemizdir, adının başında Nazlı varsa da, değildir. Tulumunun cebinde de siyah-beyaz bir fotoğrafı bile olmayan çocukluğunun yerine, tuttun o çocuğu taşıdın. Bazen cebinden çıkarıp ona baktın, bazen o kafasını uzatıp gençliğinin nasıl bir şey olduğuna baktı. Çocukluğun ve sen, ikiniz de birbirinizi çok sevdiniz. ‘Fakir ama gururlu’ iki arkadaşın candan sevgisiyle. Bizim de hem babamızdın işte hem de babamızın çocukluğu. Belki de bundan olmalı bana hep ‘abi’ dedin. Sen ne kral bir çocuktun be usta!

Dünyayı hem kurmaya, hem onarmaya, düzeltmeye hem de güzelleştirmeye çalıştın, tıpkı tüm “gelmiş bulunduk” diyenler gibi. Fakat itirazını da eksik etmedin. Dünya yavaş mı dönüyordu ne? Yoksa onarmak mı uzun sürüyordu? Tam bir yerini sararken bir yeri kanıyordu. Kanayanların, yananların yanında olduğun için, çoğu kez senin de yüzün gülüyordu ama için kan ağlıyordu. Belki de asıl ustalık, gerçek marifet buydu. Gözyaşlarını kurutmadan, gülmeyi unutmadan, itiraz etmek. Öyle yaptın. Ama bazen ne yapsan öfke gizlenemez hale gelir, ne gözyaşları yeter örtmeye ne de yüzüne yerleşen gülümseme. Yangınlar, yargısız infazlar, köy boşaltmalar, orman, otel yakmalar, insana, tabiata, hayvana kıyanlar. Bugün 24 Temmuz 2018, Yunanistan’da Atina çevresinde orman yangınları başladı ve 75 kişi can verdi, yangın sürüyor. Kötülük de bir salgın olarak sürüyor. ‘Yananistan’ diye manşet atan gazeteler mi ararsın, daha çok yansın, daha çok ölüm olsun diye mesaj atanlar mı? Ateşe ve ölüme tapanlardan bir kötülük topluluğu olduk çıktık!

İşte senin kel kafanın tasını en çok bunlar attırırdı! Irkçılara, faşistlere, gericilere, zalimlere kızdığında ‘attırmayın benim kel kafamın tasını!’ derdin ya! Sen ne kel bi kraldın be usta! Neyse dünyadan, memleketten havadislere girmeyelim, sen giderken buralar hep dutluktu diyelim, şimdi onların da yerinde yeller esmiyor, hayır, göğe kafa tutan yapılar yükseliyor. Yıllar önce ‘düşlerimi çaldılar!’ diye dolaşan bir adam vardı, bizim de ‘güneşimizi çaldılar!’ diye feryat etmemiz yakındır!

Nazlı babaannemin ‘keloğlan’ diye sevdiği, bizim de elinden değil kelinden öptüğümüz, sen de ‘efendisiz’lerden olduğun için gönülden, sevmezdin öyle şeyleri, el etek öpmeyi, öptürmeyi, sevgili arkadaşımız, babamız, Kel Hasan Ustamız, gidişinin 15. yılında seni nasıl arıyoruz bir bilsen! “Kula kulluk edene yazıklar olsun” diyenlerin de kendilerine yazık ettiği zamanlara geldik! İşte sen ne kral bir kelmişsin ki bunlara güler geçerdin! Ciğerlerini tanırdın belki de. Madem üryan geldin, üryan gittin, onunla varalım biz de divana: “Dirilirler dirilirler gelirler/Huzur-u mahşerde divan dururlar/Harami var diye korku verirler/Benim ipek yüklü kervanım mı var?”

Sen ne kral bi babaydın ey Kel Hasan Usta!