‘Sen söyleme biz anladık!’

MEHMET ÖZÇATALOĞLU

Çok sıkıntılı bir akşamda oturdum bu yazının başına. Yazmaktan çok bir iç dökme gereksinimi belki de. Gün içerisinde kalbimizde patlayan (5 Ocak/ İzmir) bombayı düşününce… Sanırım böyle ifade etmek daha doğru olacak. Oysaki daha sabahında “Dünyayı öykü güzelleştirecek” diye paylaşmıştım yine bu sayfada çıkan yazımı. Ve biz daha birkaç gün önce 2016’yı uğurlayıp 2017’ye merhaba derken “artık ölümler olmasın” dileğiyle karşılamıştık yeni yılı. Yılın hemen başında görüyoruz ki takvim yapraklarından başka değişen bir şey olmadı bu güzel coğrafyamızda.

Neyse ki öyküler var sığınabileceğimiz. Eski yıldan yenisine benimle birlikte gelen öykü kitapları masamın üzerinde. Onlardan biri Ayşegül Kocabıçak imzalı Notabene Yayınları arasından yayımlanan “Ben Söylemem Sen Anla” adlı kitap. Daha kapağından ne çok şey söylüyor bize bu kitap. Ne kadar çok başka anlamlar yüklenebilir değil mi bu tümceye. “Ben Söylemem Sen Anla!”

Yazarın ilk öykü kitabı 2015 yılının nisan ayında yayımlanan “Dilsiz Annelerin Sessiz Çocukları.” Adlarıyla bile okurunu bir derinliğe çekiyor bu kitaplar. Elimdeki kitap da sadece 80 sayfa olmasına rağmen çok derin bir öykü kitabı.

Kitaptaki “Hayal” başlıklı öykü dışında tümü kadın sesiyle, kadın sözüyle, kadın gözüyle aktarılmış. Öykülerin inceliği belki de buradan geliyor, kim bilir? “Ben Söylemem Sen Anla”da yazar sesini yükseltmeden anlatmış anlatacaklarını. Öykülerin her biri ayrı serzeniş olmasına rağmen sakin kalabilmeyi başarmış. Açıkçası yaşadığımız günlerden geçerken bunu yapabilmek, bunu yaparken de okumaya doyulmayan öyküler yazabilmek alkışı hak ediyor. Ve okuduktan sonra şunu düşünmeden edemedim. Yazarın anlattıkları mı rahatsız etti yoksa bu denli sakin kalabilmesi mi? Bir de öykülerde dikkat çeken anlatıcının çok konuşkan olması. Bunun nedenini ise yazar yaşamla olan hesabına bağlıyor.

“Kibritçi Kız ya da Noel Baba” başlıklı öykü yakın günlerde yaşadıklarımızdan dolayı da ilgi çeken bir öykü. Anlatılan malum. Sonuç? Genç kız hayata karşı kılıcını çekiyor adeta. “Her tutuşturduğum kibriti perdedeki bir süsle buluşturuyorum. Bir kibrit fırındaki hindi, bir kibrit muz gibi elma, bir kibrit tombala, bir kibrit içtikçe gülen bir baba! Perdelerdeki rengârenk alevlerle dans eden kibritçi kızın elini tutuyorum. Buz gibi elleri, ben tutunca ısınıveriyor.”

Sadece bu öykü değil tabi. Hemen tamamı yaşamla hesap gören öyküler. Ezilenlerin, ötekilerin gözünden canlı bir anlatım var öykülerde. Ve bugünlere bir not düşüyor Kocabıçak bu sayede. “Odun”, “Michela”, “Frida”, “Hayaller Paris Gerçekler Angara” ve diğerleri. 80 sayfalık kitapta öyle çok yaşamla karşılaşacaksınız ki başınız dönecek.

Kitapla ilgili son sözü yine bir başka öykücü Mahir Ünsal Eriş’e bırakmak isterim. Onun arka kapakta yazdıklarına… “Şimdilerde hayal meyal ama sıcacık bir sevinçle hatırlıyorum, çocukluğumda ‘anlatan kadınlar’ vardı. Annemlerin günlerine, güne parayla katılmadıkları halde, sırf sohbetleri güzel diye davet edilirlerdi. Çantası gibi annemin elinde günden güne gezen ben, minnacık aklımla bu kadınların anlattıklarını, onları anlatırken hikâyeye kattıkları kimi neşeli, kimi üzgün detayları hayranlıkla dinlerdim. Alelade bir şeyden bahsediyor bile olsalar, bunu öyle güzel öyle anlatıcı bir havada yaparlardı ki, çocukluğumun televizyonsuz, gazetesiz, kitapsız dünyasına bir gökkuşağı neşesi getirirlerdi. Ayşegül Kocabıçak’ın kurduğu anlatının, hikâyeleme yeteneğinin ardında bir yerlerde işte o kadınların saklandığını hissediyorum okurken…”

Şimdi başta söylediğimi yineleyeyim. “Dünyayı öykü güzelleştirecek”se o güzelliklerin bir parçası da “Ben Söylemem Sen Anla” olacaktır.