Barış Acar’ın kitabı teorik sorunlar etrafında kaleme alınmış makalelerden oluşuyor. Avangardizm, sanat tarihi yazımı, küratörlük ve sanat-politika ilişkisi temelinde. Yazar elbette yine güncelden kopmadan yapıyor bunları

Senden çalınmış olanı yeniden çal!

KÜLTİGİN KAĞAN AKBULUT

Barış Acar, 90’lı yılların ortasından bu yana süreli yayınlardaki yazılarıyla sanat dünyasına dair okumalar sundu okuyucuya. Halen Viyana Üniversitesi’nde doktora çalışmasına devam eden Acar akademik - sanattarihsel bakışla güncel tartışmalar arasında köprüler kurdu. Acar çalışmalarını nihayet kitaplaştırdı. Sel Yayınları’ndan çıkan Ters Dönmüş Bir Kaplumbağa ile Sanat Üzerine Konuşmalar ve Kült Kitap’tan çıkan Ekphrasis, Görünür ve Söylenir Arasında Geçitler kitaplarıyla Acar 20 yıllık çağdaş sanat serüvenimizi özetliyor ve sanatla olan tarihsel bağlarımızı sorguluyor.

>>Kitabının başında Osman Hamdi Bey’in bir Tanzimat aydını olarak portresini çiziyorsun ve Kaplumbağa Terbiyecisi’ni alışıldık okumaların dışına çıkarıyorsun. Neden böyle bir başlangıç yaptın?
Derdim çağdaş sanatı anlamak. Ancak bunun önündeki en büyük engel tarihsel algılama modelleri. Çağdaş sanat her şeyden önce bir özneleşme ve tekilleşme problemi üzerine inşa ediyor kendini. Modernizmden beri süregelen sanatçı kimliğinin öne çıkmasının yeni bir halkası bu. Bütün avangard hareketler bu çatışma üstüne kuruludur. Dikkatli bakarsanız ilginç bir şekilde bizde Müstakiller’in empresyonizminin de 60’ların kübizm tartışmalarının da bir “özne modeli” tarafından kapılma süreci içinde geliştiğini görürsünüz. Bugün çağdaş sanatta olan da budur. Çağdaş sanatın eleştirisi de, Althusser’in dediği gibi, belirli bir “özneye çağrı” mekanizması üzerinden gerçekleşiyor. Çağdaş sanatı, sanatçı kimliğini devlet memuru ve hikmet-i devlet anlayışı üzerine kurmuş bir geleneğin hışmından korumak gerektiğine inanıyorum. Bu yüzden, bir türlü eğitilemeyen kaplumbağalar/halk metaforunu kullanan Osman Hamdi’nin kendi “eğitilmişliği”nin sorgulamasıyla başlıyorum işe. Osman Hamdi’nin tekilliğine ikame eden özne kim ve bugün çağdaş sanat değerlendirmelerinde konuşan özneler kimler? Bunu sorgulamadan avangard geleneğin sanattan ne anladığına yaklaşmamız mümkün değil.

>>Kaplumbağa kitabının önemli tartışma başlıklarından biri de küratörlük üzerine. Sence 90’larla birlikte neden böyle bir küratörlük yükseliş oldu ve şu an da geri çekildi?
Küratörlük tartışmaları bugünkü çağdaş sanat sistemini çözebilmek için hâlâ kritik önemde. Keza eski piyasaya karşı yeni piyasanın oluşumunun nasıl geliştiğini ona bakarak çözebiliriz. Uluslarası çağdaş sanat sistemiyle korelasyon içinde Türkiye’de küratörlük yeni bir diskur yarattı. Ben bunu kısa erimli bir değerlendirmeden ziyade üç aşamalı tarihsel bir gelişim olarak görmek eğilimindeyim. Tanzimatla başlayan devlet baniliğindeki sanat komiserleri şeması küçük modifikasyonlarla akademide hep devam etti ve 90’lı yıllara dek ulaştı. 90’lardaki hamle bir star küratörler sistemi üzerine inşa edildi. 2000’lerin ortasından itibaren ise her kurumun, her galerinin kendi “praker” küratörleri oluştu. “Üçüncü kuşak köratörler” diyorum ben o yüzden bunlara. Lakin özünde sosyolojik olan bu analiz ile benim sanat tarihi için olmazsa olmaz olduğunu düşündüğüm estetik analizi birbirinden ayırt etmek lazım. Aynen akademik gelenekten gelen ya da devlet destekli sanatla idame edilen geleneğin sinmiş öğeleri ve direniş noktaları olduğu gibi, küratöryal sistem sonrası dönemin de devlet sanatçıları ve isyancıları var. Asıl olan bunları birbirinden ayırt etmek.

>>Kitabında Gezi Direnişiyle sanatın ilişkisini de sorguluyorsun. Ancak Gezi’den sonra bu oluşumlar devam etmedi. Şu an içinde bulunduğumuz durumu nasıl değerlendirirsin?
Gezi, çağdaş sanat alanında, tam da bu sözünü ettiğim avangardın stratejisini gösteren bir altüst oluş yarattı. Çağdaş sanatın devlet sanatçılarını diskurun çeperlerine doğru sürerek détournement’ın, anonim bir sanatın varlığını gösterdi. Bu yüzden piyasa onun karşısında ne yapacağını çok kestiremedi. Örneğin kitapta bienalle ilgili yazımda bunun üzerinde duruyorum. Mesele bir dışarda olma, içeri çekilme meselesi değildi. İçeride dışarıyı ne kadar sürdürebildiğinizle, dışarıda yeni içeriler yaratıp yaratamadığınızla ilgili bir tartışma. Bana sorarsan Türkiye’de çağdaş sanat henüz kendi dilini bulamadı. Ama bu, bulamayacağı anlamına gelmiyor. Keza arayan bir tek o var. Diğerleri sadece kendi güvenlikli bölgelerini korumak derdindeler.

>>Türkiye’de sol/sosyalist hareketin çağdaş sanatla sorunlu bir ilişkisi var gibi görünüyor. Bunun sebepleri sence nelerdir?
Bu konuyu üç ciltte tamamlanacak olan Ekphrasis kitabımın ilk cildinde daha merkezi olarak ele aldım. Marksizmin özellikle sanat alanında “gerçeklik” algısı ve “gerçekçilik” anlayışıyla olan sorunlarını çözmesi lazım. Sovyet Devrimi sırasında avangard hareketle birleşerek çok ciddi devrimci öneriler üretmiş bir ideolojinin bugün içine düştüğü muhafazakârlığı görmek çok üzücü. Lissitzky’nin, Mayakovsky’nin, Eisenstein’ın, Shostakovich’in sanatlarını bir düşün. Oradan öğreneceğimiz çok şey var hâlâ. Avangard hareketler karşısındaki tutuculuğun en büyük sebebi hegemonik ilişkiler elbette. Kapitalizm ya da günümüzde neo-liberalizm bu alanı ticari anlamda çekip çevirdiği için Marksistler kendilerini tutacak başka bir köşe belirliyorlar ve bu gerçekçilik falan oluyor. Bence bu hegemonya teorisi anlamında bile çok yanlış bir karar. Bu yüzden Sitüasyonist détournement’ı önemli buluyorum ben. Çalınmış olanı yeniden çal ve kavramsal mülkiyet ilişkilerini değiştir.

>>O zaman Ekphrasis (resimbetim) meselesine ve kitabına gelelim. Şu anki sanat eleştirisi üzerinden bu durum hakkında ne düşündüğünü sorayım.
Bugün sanat eleştirisi gazeteciliğin yoğun baskısı altında. Popüler bir dille piyasanın koşulladığı mecralarda varkalma gayretinde. Sanat tarihi ise, senin de başta vurguladığın gibi, zaten hiç çağdaş alana girme niyetinde değil. Bu elbette bir ekphrasis problemi. Yani sanat yapıtının dilde yeniden üretimi ve onun üzerindeki iktidar mücadelelerinin bir uzantısı. Bugün eleştiri anlamında piyasa egemenliği hiçbir şey üretemediğinin farkında bana kalırsa. Kötü katalog yazıları ve “o iyi, bu kötü” diyen yavanın yavanı bir dil. Buna karşı acımasız olmak gerekiyor. Çağdaş sanat diskuru postmodern olduğu düşünülen filozoflardan bir-iki alıntı yaparak geçiştiremeyeceğiniz bir geleneğe ve eleştirel pozisyona sahip. Benim düşüncem o ki, Türkiye bu noktada yeni bir algı dünyasına giriyor. Gezi bir başlangıçtı bu anlamda. Bundan sonra öyle estetize edilmiş ve kavramsal sosa bulanmış işlerle devam edemeyecek kimse. İllüstratif reklamcı dilinden kurtulup dünyayı yeniden düzenleme perspektifinde işler ve onun felsefeyle buluşmuş yeni eleştirisi geliyor.

>>Kaplumbağa ile Ekphrasis olarak iki ayrı kitap yapma düşüncesi nasıl oluştu?
Ben uzun zaman süreli yayıncılığa inandım. Bu yüzden yazdığım yazıları, makaleleri kitaplaştırma düşüncesi hep uzak oldu bana. İlk yazılarımı yayımladığım 1996-97 yıllarından beri inanılmaz sayıda ürün birikti tabii. Ancak son dönemde süreli yayıncılık alanı gitgide daraldı. Açıkçası sözümü söyleyecek bir yer bulamamaya başladım. Bu da beni geçmişi bir daha ele alarak yeni bir olanak yaratma arayışına götürdü. Böylece yazılarımı kitap dosyası olarak derlemeye başladım. Ters Dönmüş Bir Kaplumbağa ile Sanat Üzerine Konuşmalar teorik sorunlar etrafında kaleme alınmış makalelerden oluşuyor. Avangardizm, sanat tarihi yazımı, küratörlük ve sanat-politika ilişkisi temelinde. Elbette yine de güncelden kopmadan yapıyorlar bunu. Ama her birinde teorik arayış ağır olarak kendini hissettiriyor. Ekphrasis ise daha polemikvari bir üsluba sahip. Doğrudan akademik düşüncenin açmazlarıyla, piyasa anlayışının teşhir edilmesiyle, sergi değerlendirmeleri ve sanatçı yazıları etrafındaki makalelerden oluşuyor.