Sendikaların yakınmalarından pek söz etmem; çünkü sendikaların sorun sahibi oldukları kadar, o sorunları çözmeleri beklenen...

Sendikaların yakınmalarından pek söz etmem; çünkü sendikaların sorun sahibi oldukları kadar, o sorunları çözmeleri beklenen, en azından bunun için mücadele etmesi gereken örgütler olduklarını düşünürüm. Geçen hafta uluslararası işkolu sendika federasyonlarının toplantısı vardı İstanbul’da; o toplantıya da bu gözle baktım.

Toplantıda, hem uluslararası hem de Türkiye’deki sorunlar konuşulmuş. İşsizliğin yanısıra çalışma yaşamında güvencesizlik artar, sendikasızlaştırma büyür ve kazanılmış haklarda bile kayıplar yaşanırken (iş Kanunu’ndaki değişikliklerden sonra kıdem tazminatındaki fon önerileri gibi) konuşulacak, yakınılacak çok şey olduğuna kuşku yok. Genel olarak tüm dünyada emeğin haklarının tırpanlandığı, çalışma koşullarının kötüleştiği bir zaman yaşandığı biliniyor. Ancak önemli olan, bunlar karşısında neler yapılacağı!

Toplantıda, küresel şirketlerle mücadele ederek yeni mücadele araçlarının öğrenildiğine işaret edilmesi, uluslararası dayanışma örneklerinden söz edilmesi ve bunların paylaşılmasının istenmesi, antidemokratik yasalar karşısında ortak eylemlere gitme ve “ortak bir işbirliği ağı” kurma gibi kararlar alınması uluslararası dayanışmayı öğrenme ve geliştirme adına olumlu bulunabilir. Ancak bu kararların ne kadar uygulanacağı meçhul olduğu gibi, yeterli olmadıkları da ortada.

Yetmez. Çünkü, ilk olarak, yaşanan sorunlar sendikaların değil, emeğin sorunu. Sendikaların da bunu böyle algılamaları gerek. Örneğin işsizliği azaltmadan ve tüm emeğin koşullarında bir iyileşme sağlayacak koşulları yaratmadan sendika şemsiyesi altındaki işçileri korumanın sınırları çoktan ortaya çıktı. Daralan sendikalaşma kapsamı da, kazanılan haklardaki gerileme de açıkça bunu gösteriyor; sendikalar da görüyorlar.

İkinci olarak, sermaye küresel bir hareketlilik ve güç kazanır, “işgücü piyasasını da küreselleştirirken” emeğin ulusal mücadeleyle kazanacaklarının da sınırları olduğu anlaşıldı. Emek uluslararası rekabete zorlanırken, ulusal politikalar ve toplu pazarlıklar ancak küçük bir kesime ve ekonominin elverdiği kadar koruma getirebilmekte; verebildiklerinin üzerindeki tehditler de hiç bitmemektedir. Kısacası emek adına kalıcı ve gerçeki bir koruma sağlamanın uluslararası bir mücadele gerektirdiği iyice belli oldu. Bu da biliniyor.

Her iki gereklilik bilinse de, hayata geçirmenin kolay olmadığına kuşku yok.  Uluslararası sistemden ulusal politikalara, sendikalardan üyelerine kadar uzanan bir dolu neden olduğu ortada.

Örneğin sendikalar, sınıf lafları edilse de, çoğunlukla üyeleri için çaba harcayan toplu pazarlık sendikasıdırlar. Avrupa’daki sendikalar bile, -sınıfsal bir mücadele olarak adlandırılır veya adlandırılmaz- baştan beri geniş anlamda emeğin temsilcisi olmaya çalışırken,  90’lı yıllardan sonra üyelerinin çıkarlarının kaygısına düşmüşlerdir. Orada da içerdekiler ve dışardakiler farkının büyüdüğü görülmekte.

Öte yandan sendikaların, her ülkede kendi ulus devletleri içinde varlık gösteren, bu sınırlar içinde bazı haklar kazanan bir anlayışları ve yapıları olduğu da biliniyor. Emeğin “enternasyonalizm” rüyası bugüne dek gerçeklik kazanabilmiş değildir.  Sermaye enternasyonelleşirken bile emek hala “ulusal” kalmakta, bunun da acısını çekmektedir. Sendikaların bugün için ulusal sınırların dışına çıkacak bir mücadele için yapısal ve politik donanımları olmadığı gibi psikolojik bir hazırlıkları da yoktur.

Ulusal bir kurum olmaları gibi, sendikalar kapitalist sistemde kapitalizmin demokrasiyle uzlaşmasını sağlayıcı araçlardan biri olarak uzun süredir radikal olmaktan çok reformist bir politika izlemektedirler. Çoğunun sistemle bütünleştiğine de kuşku yok.  Uluslararası federasyon ve konfederasyonarın önemli bölümü de öyle.

Oysa sistemle uzlaşmayı tercih eden emek ve sendikalar için de, hem bu uzlaşmanın koşulları var hem de bu uzlaşma içinde hak elde etmenin ve korumanın temel yolunun siyasal ve ekonomik mücadeleden geçtiği biliniyor. Örgütler,kendi başlarına değil, bu mücadelenin araçları olarak önemliler.

Buna karşın, uzlaşma ve bütünleşmenin işçi hareketinin radikal eğilimlerini yontttuğu gibi, bu yolla emek açısından daha iyi haklar ve koşullar getireceği umudunun yerleşmesine yol açtığı da görülüyor.  Belki bazıları için bazı kazanımlar sağlanıyor; ama iyileşmenin sürmesi ve kalıcı olması gereken mücadele gereği de güç kaybediyor. Öte yandan bugün, ekonomik koşullar değiştiğinde elde edildiği sanılan bazı haklar ve koşulların kalıcı olmadığı da yeterince ortaya çıkmış durumda; ama...

Dolayısıyla bugün hem sendikalarda hem de üyelerinde birçok konuda ciddi bir bilinç ve anlayış değişikliğine ihtiyaç var. Hemen akıllarına geleceği gibi, devrimci bir anlayışı benimsedikleri için değil, ille de sınıf dedikleri için de değil. Kapitalist sistemde emek adına bazı kazanımlar elde etmek ve bunları korumak için sendikal anlayışlarını değiştirmeleri gerekiyor.

Evet, çalıştıkları şirketlerin ülkedeki yatırıma son verip kaçabilme tehdidi demoklesin kılıcı gibi başlarında, Evet, dışarda onları bekleyen fazla iş de yok; olanlar da güvensiz ve kötü işler. Evet, o sektör veya bu sektörde çalışanlardan bir dayanışma bekleme umudu da fazla değil. Evet, mücadeleden çok, “aynı gemideyiz “ laflarına inanmayı ve uzlaşmayı tercih etmekteler.

Oysa şimdi soru sorma zamanı. Sendikalar sistemle uzlaşmayı tercih etmiş olsalar bile, bu uzlaşmanın koşulları unutulabilir mi; bu koşullar nerede? Ya da, sendikaların bu sistem içinde de meslek örgütü olmaktan çok mücadele örgütleri olduklarını bir yana koymak mümkün müdür? Bu mücadelenin nedeni de, hedefleri de belli; ama bunlardan ne kadar uzaklaşıldığı görülmüyor mu?  Ve hedeflerden daha ne kadar uzaklaşılacak, emek adına daha ne kadar taviz verilecektir?

Eleştirel yaklaşımların sendikalarca da hoşa gitmediğini biliyorum elbet; birçok sorunla boğuştuklarını bildiğim gibi.  Ama emeğe ve sendikalara dost olmanın, sorunları sayıp dökmek ve bunlar nedeniyle hükümetle sermayeye çatmak yerine, bunu yaparak ama onlardan fazla bir şey beklenemeyeceğini bilerek kendi yapabileceklerimiz üzerinde durmak anlamına geldiğini düşünüyorum. Bu nedenle sendikaların sormaları gereken sorular ve düşünmeleri gereken yollardan söz etmek bana daha anlamlı geliyor.

Özetle mücadele unutuldukça emeğin haklarında gerileme gibi, sendikalar için bir “varlık” sorunu yaşanması kaçınılmaz. Dost acı söyler; ama bugünkü durum da bu.
 
Devamı pazar gününe...