Seni güçten kim düşürdü?

CEM KERTİŞ

“Sanat özünde hayatı onaylamaktır, hayatı kutsamaktır, insan varlığının onaylanması, kutsanması, Tanrılaştırılmasıdır.” (Will to Power-Güç İstenci, Nietzsche)

Hayatın, hemen her koşulda evetlenmesi gerektiğini savunan bir filozof olarak Nietzsche’nin felsefesindeki en temel kavramlardan biri ‘art dünyalar yanılsamasıdır”. Bu yanılsama ne anlama gelmektedir? Yaşadığımız, acısıyla tatlısıyla deneyimlediğimiz bu hayatı değersizleştirip gerçek dünyanın art dünyalarda olduğuna aldanmaktır. Tek tanrılı dinler, çileciler hayatı olumsuzlayan, hakikati ve mutluluğu ötelerde arayan düşünceler, ahlak anlayışları üretmişlerdir. Dünyayı, kendi kendini doğuran bir sanat yapıtı olarak gören düşünür açısından ise bu bir aldanıştır. Peki, bu aldanış ne anlama gelmektedir? Sorunun cevabı, düşünür açısından, Apolloncu ve Dionysoscu sanat karşıtlığının sorgulanmasında aranabilir.

APOLLON & DİONYSOS

Düzenin, dengenin, kuralın, aklın Tanrısı olan Apollon, sanıldığının aksine Nietzsche’nin felsefesinde çok önemli bir yer tutar. Bana göre düşünür, Apollon’u değersizleştirmekten ziyade, Apollon’u kültürün kurucu öğesi olarak anlar. Aynı zamanda ışığın ve bilgeliğin Tanrısı olan Apollon’u, ‘ışıldayan bir Tanrı’ olarak gören düşünür, ışık ve yanılsama anlamına gelen ‘schein’ sözcüğünü kullanır. (Megill A, Aşırılığın Peygamberleri, 2012) Ona göre, insanlık, kültürü yanılsama sayesinde kurar. Bir başka söyleyişle, kültür yanılsamadır. Bu söylediğimi daha açık ifade edebilmek için aşkın ve şarabın Tanrısı Dionysos’dan bahsetmeliyim. En yalın anlamıyla Dionysos, Schopenhauer’in istenç kavramına karşılık gelirken Apollon’u yine onun tasarım kavramıyla anlayabiliriz. Basitleştirmem gerekirse, bir tavuğun kafasını koparıp onu çiğ çiğ yiyen insana barbar deriz; ama o tavuğu soslayarak, süsleyerek, pişirdikten sonra çatal bıçak kullanan kişi ise kültürün insanıdır. Barbar, istenci bir başka söyleyişle, Dionysos’u temsil eder; kültürün insanı ise Apollon’u temsil eder. Apollon ve Dionysos arasındaki bu çatışma hayatı kurar. Hayat, esasında, bu çatışmadan başka da bir şey değildir. Işık (Apollon) görülendir, sineklerin böceklerin ona yönelmesi gibi insanlar da ışığa yönelir. Öte tarafta müzik (Dionysos) duyulur olandır; anlaşılacağı gibi görsel değildir. Kaynağı insanın bizzat kendisi olması bakımından müzik, dolayımsızdır. Nietzsche’ye göre insan bu dolayımsızlığa katlanamaz. Zira, hayatın acı ve trajik gerçekliğini olduğu gibi, dolayımsızca sunan Dionysos, katlanılması hiç de kolay bir Tanrı değildir; en azından kültüre alışkın insan için… Bir Nietzsche yorumcusu olan Allan Megill, şunları söyler: “Nietzsche’nin görüşüne göre, bütün ilkel halklar Dionysoscu enerjilerden nasiplerini fazlasıyla almışlardır. Antik dünyanın her köşesine şu ya da bu türden Dionysoscu festivallere rastlanabilirdi ve bunların çoğu cinsel serbestliğe ve vahşi doğal içgüdülerin dizginlerinden boşalmasına dayanıyordu. Grekleri barbar muadillerinden ayıran şey, güçlü şahsiyetleriyle “Gorgon’un kafasını bu grotesk denecek kadar kaba saba Dionysoscu güce karşı çıkaran” Apollon’a duydukları bağlılıktı.

Nietzsche, Apollon ve Dionysos’u felsefesini anlatmak için mitsel öğeler olarak kullanır. Ona göre, bu iki tanrı, art dünyalardan bu dünyayı yöneten tanrılar değillerdir. Onun ölümünü ilan ettiği tanrı, tek tanrılı dinlerin tanrısıdır. Bu ölümün yarattığı krizden bahseder. Eğer tanrı öldüyse, tanrısal değerler adına dürtülerimden vazgeçmeme gerek yoktur; cennet (art dünya) vaadiyle komşumun malını çalmaktan kaçınmama; cehennem (art dünya) korkusuyla arkadaşımın sevgilisine yan gözle bakmaktan çekinmeme gerek yoktur. Değerlerin yitip gittiği bu modern, hiçlik çağında beni ne avutacak? Düşünürün yanıtı, Apollon ve Dionysos arasındaki çatışmanın yarattığı sanattan başka sığınağımız kalmamıştır. Tekrar etmem gerekirse, Apollon (biçim veren) ve Dionysos (biçimden yoksun), bu hayatın, insanın ta kendisidir. Onlar yaşamın içindedir, art dünyalarda konaklamazlar.

Düşünüre göre sanatçı, bu hiçlikten korkup kaçmak yerine, hiçliğin üzerinde dans eden kişidir. İşte tam da bu düşüncesi onu pozitif bir nihilist (anlamsızlığa rağmen anlam yaratan) yapar. Nietzsche felsefesinin belki de önemli yapı taşı olan ‘güç istenci’ni bu bağlamda anlayabiliriz. Sanat, gücü azaltan değil çoğaltan olmalıdır. Bu, sadece sanatçının özelinde değil; toplumsal bağlamda da geçerlidir. Gücünü yaşamdan almayan bir sanat ona göre decadansın (çöküşün) ‘sanat’ıdır.

OUROBOROS- BENGİ DÖNÜŞ

Doğa oluştur. Burada insanı, doğanın, dünyanın, yaşamın ya da hayatın (bu kavramları aynı anlamda kullanıyorum) dışında görmediğimi söylemeliyim. İnsan ve doğa bir ve aynı şeydir. Spinoza’nın dediği gibi insan krallık içinde bir krallık değildir. (Ethica, Spinoza) Doğa, sürekli yeniler kendini tıpkı derisini değiştiren yılan gibi ve bu yenileme ona dışarıdan gelmez. Doğa, yenilemenin gücünü yine kendi kendinden alır. Tüm bunları ouroburos başlığı ile ne demek istediğimi açıklamak için yazıyorum. Kendi kendini yiyen ve böylece varoluşunu sürdüren bir yılan gibi doğa da sanatçı da yaratımını yeniden ve yeniden kendini üretmesini yine kendinden aldığı güçle yapar. Nietzsche için sanatçı, yaratım için gerekli besini kendinden almak zorundadır. Sürünün beğenisine göre kendini şekillendirmek yerine kendi iç dinamikleriyle kendi imkanlarını serimleyerek sanat eseri üretebilir. Daha önce söylediğim gibi dünyayı, kendi kendini doğuran bir sanat yapıtı olarak gören düşünürün sanatçısını, onun bengi dönüş düşüncesi üzerinden ya da kendi kendini yiyen yılan (ouroboros) metaforuyla anlayabiliriz. Düşünür, Böyle Buyurdu Zerdüşt adlı eserinde bir iblisten bahseder. Şimdi yaşamakta olduğun ve bugüne kadar yaşadığın şu hayat, bir kere daha ve sayısız kereler yaşamak zorunda kalacağın hayattır, diye fısıldasa iblis ve şu soruyu sorsa: Her şeye rağmen hayatını evetler misin? Bu zor sorunun Nietzsche’deki karşılığı ‘evet’dir. Bu bengidönüşün evetlenmesi, kendi kendini doğuran bir sanat yapıtı olarak dünyanın evetlenmesidir.

Nietzsche’nin kendi dönemine ve 20. yy. sanatına etkileri

1844-1900 yılları arasında yaşayan düşünürün yaşadığı çağ toplumsal dönüşümlerin, insanın ekonomik ilişkilerinin ve üretim biçimlerinin (sanayi devrimi) oldukça sancılı olduğu bir dönemdir. Bu değişim ve dönüşümden sanat da nasibini almıştır.

Besteci Wagner ve Schopenhauer’den ilk döneminde oldukça etkilenen düşünür olgunluk döneminde onlardan uzaklaşır; çünkü ikisini de yaşamı yadsımakla suçlar. Sanatı güç istencinin uyarıcısı, tahrik edeni olarak gören bir düşünür için bu uzaklaşma oldukça anlaşılır.

Kendisi de beste yapan ama bestelerini bizzat kendisi de beğenmeyen Nietzsche, hastalanmadan kısa süre önce gençliğinde hayran olduğu Wagner’den yolunu ayırıp Bizet müziğine yönelmesini kaleme aldığı yazıda, özetle, Bizet müziğiyle doğaya, coşkuya, sağlığa ve erdeme geri döndüğünü Wagner’in ise onun gözünü boyadığından bahseder. Bu arada yeri gelmişken Wagner’in gesamtkunstwerk teorisini geliştiren kişi olduğunu ve Nietzsche’nin bu görüşü benimsediğini söylemeliyiz. Bütünlüklü sanat eseri manasına gelen bu kavram şiir, müzik, tasarım ve dramanın mükemmel bir estetik sentezini yaratmayı amaçlayan opera ekolünün doğumuna yol açmıştır ve mimari de dahil birçok sanat dalını etkilemiştir. Sanata bu bütünlüklü bakış açısı elbette Nietzsche’nin felsefesiyle uyuşmaktadır; çünkü o, hayatı bütünüyle evetleyen bir filozoftur. Ez cümle, Nietzsche, Wagner’den hem etkilenmiş hem de onu etkilemiştir.

Nietzsche’nin fikirleriyle etkilediği düşünür sayısı saymakla bitmez ve çok sayıda sanatçıyı da derinden etkilemiştir. Bu sanatçılardan bazıları: Proust, bir yazar olarak Sartre, Yeats, Mann, Camus, Hamsun, Fitzgerald, Malraux, Rilke…. ve niceleri…

Bu kısımda Rilke’nin Clara Rilke’ye yazdıklarına bakarak Nietzsche etkisini derinden görebiliriz: "Sanat eseri, daima, göze alınan bir tehlikenin, sınırına kadar yaşanan, insanın daha fazla devam edemeyeceği bir noktaya kadar götürülen bir deneyimin ürünüdür.”

Resim sanatında Kübizim akımı Nietzsche felsefesinden etkilenmiştir; çünkü bu akım da insanın yaratıcılığını kısıtlayan her şeye tıpkı Nietzsche gibi karşıdır. Expresyonistlerin ve Kübist ressamların birçok çalışmasında modernleşme sürecindeki insanın ve toplumun sancılarını, sanayi devriminin yol açtığı Fordist çalışma sisteminin ortaya çıkardığı sürü insanının trajedisini gördüğümüzde Nietzsche etkilerini de açıkça görürüz.

Günümüz Sanatında Nietzsche’nin Etkilerini Nasıl Okuyabiliriz

Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü adlı eserinde Kant’ın güzeli “çıkarsız haz” olarak değerlendirmesine karşı çıkar. O, güzeli, alımlayıcıdan çok sanatçı açısından görür. Sanata ve güzele seyirci ya da alımlayıcı gözünden bakmak yerine sanata yaratıcısının yani sanatçının gözünden bakmayı ister. Ona göre güzeli saf haliyle ortaya çıkarmak için yapılması gereken budur. Nietzsche, sanatı, çıkarsız seyirciden çıkarlı sanatçıya doğru evirir.

Bahsettiğim bu konuyu Terier’in Anticrist filmi üzerinden kısaca değerlendirmek isterim. Film oldukça sert sahneleriyle izleyiciyi fazlasıyla rahatsız eder. Sanatçının derdi izleyiciyi rahatsız etmek miydi? Bence beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz bu filmiyle sanatçı, hayatla, dönemle, çağla, dinle olan kendi derdini, çatışmasını anlatmıştır. Bunu şunun için söylüyorum. Film gösterime girdiği dönemde bir kısım seyirci ve eleştirmen tarafından yoğun bir şekilde protesto edilmiştir. Nietzsche’nin Hıristiyanlığa ve onun uzantısı olarak gördüğü modernizme saldırısının bir benzerini Terier de bu filmiyle metaforlar üzerinden anlatarak kendini bir bakıma tıpkı Nietzsche gibi Deccal ilan etmiştir.

KAYNAKÇA

  1. Megill, Allan. (2012). Aşırılığın Peygamberleri: Nietzsche, Heidegger, Foucault, Derrida, Çev. Tuncay Birkan. İstanbul: Say Yayınları.
  2. Friedrich Nietsche, Putların Alacakaranlığında, Maviçatı Yayınları, (Felsefe Serisi), İstanbul-2017
  3. Nietzsche, F. (2008b). Deccal, (çev: Oruç Aruoba), İstanbul: İthaki Yayınları.
  4. Nietzsche, Friedrich, Güç İstenci, Çev. Nilüfer Epçeli, İstanbul: Say Yayınları, 2010.