90’larda doğan çocuklar çok iyi bilir o repliği. Fenomen çizgi dizi Pokemon’un repliğidir. Ash adlı kahraman Pikaçu isimli yaratığa “seni seçtim Pikaçu” diye seslenirdi. Yani öyle olmalı. Ben hiç izlemedim Pokemon’u ama yeğenim izliyor ve evin içinde sürekli “seni seçtim pikaçu” diye dolanıyordu. Ben 70’lerde doğanlardanım. Çocukluğum 12 Eylül öncesi çatışma ortamında çatışmaların göbeğinde bir […]

90’larda doğan çocuklar çok iyi bilir o repliği. Fenomen çizgi dizi Pokemon’un repliğidir. Ash adlı kahraman Pikaçu isimli yaratığa “seni seçtim Pikaçu” diye seslenirdi. Yani öyle olmalı. Ben hiç izlemedim Pokemon’u ama yeğenim izliyor ve evin içinde sürekli “seni seçtim pikaçu” diye dolanıyordu.

Ben 70’lerde doğanlardanım. Çocukluğum 12 Eylül öncesi çatışma ortamında çatışmaların göbeğinde bir muhitte geçtiği için 12 Eylül sonrasında dahi sokağa bırakılmadım çok fazla. Bunda ben doğmadan önce bir ablamın sokakta hayatını kaybetmiş olmasının annem üzerinde yarattığı travma da etkiliydi tabii sonradan anladım. Sokağa çıkmama izin verilen nadir günlerden birinde sanırım ilkokul birinci sınıftayken, akşam üstü yeni bir kıta keşfeden kâşifin heyecanıyla evin önünde değil, bir üst sokakta bilinmeyen sularda yelken açmaya karar vermiştim. İlerleyen dakikalarda yelkenim öyle bir suya indirildi ki, o günden geriye hayat boyu unutamayacağım bir ders kaldı. Üst sokağın başında kaldırımda tek başına oturan ‘genç irisi’ abiyi daha önce hep kalabalık arkadaş ortamında görmüştüm. Okul dönüşü karşılaşıyorduk ama hiç konuşmamıştık. Benden çok büyük olduğunu sanıyor, kocaman ellerinden korkuyordum. Oysa O da en fazla ilkokul üçüncü sınıfa giden bir çocuktu. O akşamüstü nasıl olduysa kaldırımda siyah önlüğünün üzerine sarkmış beyaz yakası ve burnundan akan sümüğüyle yapayalnız oturuyordu, etrafında kankaları yoktu, belli ki canı da sıkılıyordu, bana seslendi, “kıvırcık, sen bizim okuldan değil misin ulan? Gelsene beş taş oynayalım” dedi.

Beş taş oynamayı biliyordum. Daha önce ablamla evin önünde beş taş oynamışlığım vardı. Koşarak toraman abinin yanına gittim ve “haydi oynayalım” dedim. Oyunun kuralı belliydi. Beş adet yuvarlak taş yere serbest şekilde atılır, içinden bir tane taş seçilir, seçilen taş havaya atılır ve geri kalan taşlar o esnada tek tek yerden toplanırdı. Oyuncu taşları toplayamaz ya da diğer taşlara değerse oynama sırası diğer oyuncuya geçerdi. Görkem abi, adı buydu sanırım, taşları bana verdi ve “başla” dedi, küçücük ellerimle taş atıp tutabileceğime ihtimal vermemiş olsa gerek bir de güldü sümüğünü kazağının koluna silerek. Ben, hayatımın en önemli sınavı, bir üst sınıfa geçiş biletim gibi gördüğüm oyuna öyle bir konsantre oldum ki, taşların hepsini tek tek elimde topladım. Görkem abi şaşkındı. Önce ne diyeceğini bilemedi ve kısa süre sonra bu zaferimi saymamaya karar verdi, “Böyle oynanmıyor bu oyun. Baştan başlayacağız. Yeniden atacağım taşları yere. Sen yerdeki bir taşı kaparken diğerlerine değmedin, elin en az birine değecek” dedi. Çok iyi biliyordum, kural öyle değildi. Asıl elinin yerdeki diğer taşlara çarpmaması gerekiyordu. “Olsun” dedim içimden, “nasıl olsa yine kazanırım”, ses etmedim, “tamam” dedim, “tekrar oynayalım” dedim. Yeniden başladık.

Bir kez daha hem de bu sefer daha kısa süre içinde tüm taşları topladım. Öfkelendi Görkem abi, “Bunu da saymıyorum ulan. Hem taşlar da benim, oynatmıyorum” dedi. Ben, bu kez itiraz edecek oldum ve kafama beş taşın beşini birden yedim. Görkem abi, taşları kafama atmakta bir sakınca görmemiş ve sağ kaşımın üstünde ergenliğe kadar kalacak derin bir yara açmayı başarmıştı! Yüksek Seçim Kurulu, bu akşam piyasalar kapandıktan sonra bir karar açıklayacak büyük olasılıkla. Diyeceğim odur ki, bazen insanın şu hayatta tüm cesaretini toplayıp kararlılıkla “Seni seçmedim Pikaçu. Oyunu oynadık ve bitti” diyerek yürüyüp gitmesi gerekir. İşte o zaman nice görkemli abilerin sizi taşlamaya cesaret edemeyeceklerini görürsünüz!