Üniversitede ilk yılımdı. Bitmek bilmez kantin muhabbetlerinin birinde konu üniversitedeki başörtüsü yasağına gelmişti. Masadaki hemen hemen herkes yasağın saçmalığından bahsetti. Başörtüsüne özgürlük eylemleri duralı, yani AKP iktidara geleli üç yıl kadar olmuştu.

Masada bir de yaşça hepimizden büyük bir kadın öğretim üyesi arkadaşımız vardı. “Peki” diyerek sohbete girdi; “Şimdi başörtüsü eylemleri olsa katılır mıydınız?”

Galiba istisnasız herkes buna da evet demişti. Ortak eğilim “Zaten eylemden eyleme koşuyoruz, ona da gidiveririz” yönündeydi. Öğretim üyesi arkadaşımız tüm cevapları dinledikten sonra başladı anlatmaya: “Aynen böyle düşünüyordum üniversiteye girdiğimde. Tabii o zaman başörtüsü eylemleri epey yaygındı. Bir gün eylem çağrısı afişi gördüm Edebiyat’ın girişinde. En büyük eylemlerinden biri olacaktı söylendiğine göre. Gideyim bu saçma yasağa ben de itiraz edeyim onlarla birlikte dedim. Eylem günü saatinde meydana vardım. Epey kalabalıktı. Ama bir göz gezdirince ne göreyim; eylemdeki tek kadın benim.

Sonra sloganlar başladı; tekbirler, şeriat isterizler, kafirlere ölümler. Nereye düştüm ben deyip ayrıldım. Bir daha da başörtüsü eylemine gitmeye cesaret edemedim. Zaten AKP geldi eylemler de bitti.”

Aramızdan biri “Ne yani onlar da konuya itiraz etti diye haksızlığa sessiz mi kalacağız” diye çıkışacak oldu.

“Öyle demiyorum. Ama beraber bir şeye tepki verecekseniz sekiz-on kere düşünün. Genelde kimi savunuyorlarsa onun zararına çalışırlar, neyi savunuyorlarsa vitrindeki konu pek de umurlarında değildir. Ben böyle gördüm şu uzun üniversite yaşamımda.”
Sohbet aşağı yukarı tam böyleydi. Eksiği var fazlası yok.

Ufak komik ayrıntılar
Elias Canetti, ‘Kitle ve İktidar’da kitlenin ortak öldürme güdüsünden bahseder. İdam ve linci kastetmektedir. Aklı geri plana atarak yalnız ortak duyguyla hareket eden kitlelere genel olarak yön veren olgu nefrettir ve kurban seçip ona karşı birleşmek gibi baskın bir eğilimleri vardır.

Şimdi günlerdir gündemimizde Çin protestoları var. Ne çeşit protestolar? Çin lokantaları basılıyor. Çalışanları dövülüyor. Turistlere saldırılıyor. Çinli işçilerin sınır dışı edilmesi isteniyor. Mao maketi idam ediliyor…

Çin lokantasının sahibinin Türk çıkması, dövülen çalışanın Uygur Türkü olması, saldırılan turistlerin Koreli olduğunun anlaşılması, Mao’nun 39 yıldır ölü olması gibi durumları saymaya da gerek yok, çünkü konuştuğumuz meselede bunlar ayrıntı. Can kaybı yaşanmamış olayların ufak komik ayrıntıları.

Benzerini İsrail protestolarında da görürüz. Tıpkı başta anlattığım sohbetteki gibidir. Bir Filistin’e destek eylemine gidersiniz, kendinizi bir anda öldürmek için etrafta Yahudi arayan gözü dönmüş bir kitlenin içinde bulursunuz. Burada da bakkaldaki tüm gazlı meşrubatları alıp yere dökerek İsrail’i bitirmeye çalışanlar ayrıntıdır. Ufak komik ayrıntılar…

Diyalektik mi? Kullanmıyorum.
Çünkü ben bir sağcıyım!

Tekrar baştaki sohbeti hatırlayalım. Öğretim üyesi arkadaşın “genelde kimi savunuyorlarsa onun zararına çalışırlar” sözüne.

Özet bu sözdedir sanıyorum. Son günlerde Uygur Türklerine destek adına yapılanları düşünün. Tek bir kaynak haber göstermeden on milyon sahte fotoğraf ve video yaydılar. Sokaklarda çekik gözlü avına çıktılar. Şimdi zaten etnik azınlıklara karşı sert davranan Çin, bahsedilen ölçüde bir katliama girişecek olsa burada yaşayanları inandırmakta hayli zorlanacaklardır. Yani bu eylemlerin bir kritik kaybedeni de yapanlardan çok destek iddiasında bulundukları Uygur Türkleridir.

Filistin eylemleri için de geçerliydi bu. Solun İsrail devlet ve hükümetini Yahudilerden ayırıp da hedef alan eylemleri olmasa görünen tek tepki Sünni Müslümanlar dışındaki herkesi öldürme isteğini bağıran bir güruhunki olacaktı. Bundan mazlum Filistin halkı kadar kim zarar görebilirdi?

Devletlerin, grupların arasında ilişkilerin giriftliğini, insanın da toplulukların da kompleks hallerini hiç mi hiç anlama ihtiyacı duymadan dünyayı yorumlamaya çabalamanın sonu bu oluyor: Nefret hariç dayanacak tek şey bulamamak. Düşünerek hedef belirlemeye gerek yok, ilerideki kalabalığa karışıp yürümeye başlayayım da nasıl olsa karşımıza nefret edecek birileri çıkacaktır. Öndeki abi ilk kime dalarsa gireriz. Nasıl olsa devlet bize sınırsız serbestlik sağlamış. Ne kadar konforlu değil mi?

Yine yazının başından bir sözle bitirelim: “Onlarla beraber bir şeye tepki verecekseniz sekiz-on kere düşünün.” Ortada bir haksızlık varsa muhtemelen sadece on dakika düşünerek karşı çıkmak için onlarla ortaklaşmaktan daha iyi bir yöntem bulursunuz.