Şenol Güneş ve Guardiola

İkili arasında birçok farklılıklar olmasına rağmen, mesleki donanımları edinim şekli olarak benzerlikler taşıyor.

Guardiola, Barcelona’da yetişip, uzun yıllar A-Takımında top oynayan ve kulübün tüm özelliklerini benimseyen, özellikle Cruyff’un felsefesini oturttuğu dönemin futbolcusu. Oyuncu karakteri ve kişisel donanımları bu felsefenin benimsenmesi ve uygulanmasında büyük önem taşıyor.

Cruyff ile beraber Barcelona kurumsal futbol oynamaya başladı. Kural ve taktiksel tüm içerikleri altyapıda verilen ve A-Takıma kadar gelen bir istikrar ve sürdürülebilir sisteme sahiptir.

Oyunculuğundan sonra, altyapıda ve A-Takımda teknik direktör olarak çalışması, onun bu kurumsal futbol anlayışı içinde yetişen bir antrenörlük kimliğini ortaya koyuyordu.

Barcelona’da çalıştığı ve çok başarılı olduğu dönemlerde, bu kurumsal futbol kimliğiyle yetişti, kendisi gibi futbolcuların takım içinde fazlalığı onun başarısında büyük etken oldu. Diğer bir husus, teknik direktör olarak bu kurumsal oyun içine çok müdahale edemediği için, sadece ufak nüanslar uygulayarak kendini test edebiliyordu. Tüm bunların yanında, İspanya futbolunun bir ekole sahip olduğunu da belirtmek de yarar var.

Ama ne zaman Bayern Münih’e gitti, o zaman kendi kimliğiyle baş başa kaldı. Fakat o kimliğinin temeline Barcelona’da edindiği kurumsal oyun hâkimdi. Bunu takıma uyguladığında çelişkiler ortaya çıktı.

Öncelikle, Almanya gibi mekanik futbol oynayan bir ekolde, çok pasa dayalı oyun kurgusunu uygulamak, sonuç bakımından sorun oldu, olması normal. Diğer husus, Münih, kendi altyapısında az oyuncuyu içinde barındırır ve çoğu farklı ekol ve sistemlerde yetişen oyuncuları transfer ederek politika yürütür. Bu nedenle Guardiola’nın kurumsal futbolu oynatması zordu. İstediği ve beklenen sonuçları alamadı. Bu Almanya şampiyonluğu için ölçü olamaz. Hedef Şampiyonlar Ligidir.

Beckenbauer, Guardiola’nın oyun sistemi için: “Biz gol atmak için niye bu kadar pas yapıyoruz” diyerek, Alman mantığını net ortaya koymuştu.

Guardiola, aynı sorunları fazlasıyla Manchester City’de yaşıyor.

Şenol Güneş, Trabzonspor’da yetişmiş ve A-Takımında uzun yıllar görev almış bir oyuncuydu. Güneş de Trabzonspor’da o dönem için geçerli olan kurgunun içinde yetişti. Kurgunun iki önemli temeli vardı. Biri tamamı yerli olan ve Trabzon altyapısından yetişen oyunculara sahip olması, diğeri ise Ahmet Suat Özyazıcı’nın kendi deneyimlerine göre bir yapının geçerli olmasıdır. Burada herhangi bir kurumsallıktan bahsetmek mümkün değil.

Daha sonraki süreçte de, Özkan Sümer ile devamında yine antrenörün deneyimleri ve kuralları üzerine kurgulanmış yapı geçerliydi ve Özyazıcı’dan daha farklı, değişken bir kurgu söz konusuydu. Fakat her iki teknik adamın oyun kurgularının içerikleri tartışılmaya açıktı.

Şenol Güneş’in, Trabzonspor deneyimlerinden elinde kalan sadece altyapıyla ilgili geçerli olan kazançlardı. Kulüp olarak, antrenörler olarak ona ve diğerlerine katabilecek kurumsal ve mesleki prensip anlamda bir katkı yoktu. Güneş, altyapı anlayışını ise hiçbir zaman antrenör olarak benimsemedi. Sanırım sonuç endeksli bakış açısından kaynaklanıyor.

Güneş’in diğer açmazı; Türkiye futbolunun bir ekole sahip olmamasıdır. Çünkü Güneş, kendi prensiplerini geliştirecek elinde var olan yol haritasına sahip değildi. Tek çıkar yolu kendisiyle mücadele ederek, teknik direktörlük mesleğinin tüm sistematik bilgilerine ve buna bağlı olarak kendi prensiplerine sahip olmasıydı.
Ama maalesef kendisi adına tutarlı ve geçerli prensipleri bir türlü oluşturamadı.

Guardiola, küresel bir alanda, kendi prensiplerini uygulamaya çalışıyor ki kökeni Barcelona’dan edinmiş olduğu kurumsal futboldur. Güneş ise yöresel bir alanda, kendi doğrularını (prensipleri değil) uygulamaya çalışıyor.

Son derbi maçında, çıkardığı kadroyla oynadığı oyun arasındaki çelişkinin temeli; futbol için geçerli olan bu prensiplerin olmayışıdır.

Altı tane ofansif oyuncuyla sahaya çıkılırsa, oyun kurgusunun tamamı rakip alanda, yani üçüncü bölgede olması gerekir. Ancak o zaman sonuç alınır. Bu anlamda, rakibin önde baskı yapacağı hamleye karşı, farklı bir organizasyon, muhakkak kurgu içinde olması gerekirdi. Bu, stratejik olarak kriz yönetme becerisidir. Ama olmadı ve takımın içine girdiği krizin parçası olmak zorunda kaldı. Hele hele on kişi kaldıktan sonraki yapılmayan hamleler ve geciken hamleler çok tartışılacak konular.

Bunların tamamı yöresel donanım tepkimeleridir.

Futbol değişkenlikleri içinde barındırır, bu değişkenlikler artık zenginlik olarak değil, zorunluluk olarak futbolun içine girmiştir. Bunları benimsemek ve kullanmak ya da kullanamamak ise donanım sorunudur.

Guardiola’nın tekdüze anlayışı ve değişkenlikleri bile bu yapı içinde benimsemesi, farklı kültürlerdeki kurgu içinde sonuç veremiyor.

Şenol Güneş’in ise oluşturamadığı prensipler yerine, kendine has doğruları (tartışılır) kullanması, futbolun oyun kurgusu bakımından sonuç vermiyor. Türkiye Ligi’nde elde edilen şampiyonlukların, dış etkenlere açık olmasından dolayı, başarı için bir kıstas olarak kabul edilmesi çok mantıklı ve doğru değil. Ama yine de hedef Türkiye Ligi şampiyonluğudur. Mecburen…

Guardiola en azından sahip olduğu entelektüel yapısı sayesinde neyin ne olduğunu çok net ortaya koyuyor ve başarısızlıklarını da kabulleniyor. Özeleştiri yaparak kamuoyuyla paylaşması farklı bir değerdir.

Güneş’in, masa başındaki tutarlı görünümündeki duruşuyla saha kenarındaki duruşu arasındaki çelişkiler, donanımlarındaki tutarsızlığın nedeni olarak açığa çıkıyor. Başarısızlıklarla ilgili özeleştirisini maalesef yapamıyor.

Guardiola’nın başarısızlık nedenleri ile Güneş’in başarısızlık nedenlerini kıyasladığımızda ve futbolun adına dinamiklerini ortaya koyduğumuz da, Guardiola bizim için bir ‘ütopya’ olarak görünüyor. Önce Guardiola’nın başarısızlık seviyesini yakalamamız gerekiyor.

Tartışılacak çok şey var. Kaybedilen de çok şey var.