Geldiler... Marksist biziz, biz komünistiz dediler.

“Hopa’daki gariban adamın bu kadar heyecanlanacağı bir durum yoktu. Biraz da yapay olarak pompalanan, ucu Ergenekon’a uzanan bir gerginlikti... Kendisi değil ama onun [böyle] bir çevresi var, çevresinin çevresi var.”

Geldiler...

Marksist biziz, biz komünistiz dediler.

Devrimciyiz? Hiç demediler.

Ama solcuydular, sosyalisttiler. Velhasıl uzun süre bizdendiler.

Biz zamirinin birer ferdiydiler.

Sonra 12 Eylül geldi. Epey ürkektiler. 12 Eylül her solcuyu biçti, özellikle bizleri. Bizler cümlesindeki bunlara nedense pek ilişmedi.

Sonra bir şeyler daha oldu. Özal ile karıştı kafaları. Ve bilhassa İslamcılıkla...

İslamcılıktaki solculuğun keşfi;

Derken, madem yüzde doksan dokuz İslam;

Yanaşılacak liman tamam.

Öyleyse, dostum?

Cemaatler de sivil toplum.

Sonra İslam ile en barışık şey liberalizm. Hakiki solculuk eşittir liberalliktir, azizim.

Sonra biliyorsunuz işte: AKP!

Pe pe pe...

Söylemleri tutuldu;

Söylevleri tutulmadı:

Özgürlükçülük dini ve özgürlükçülük dininin yobazlığı, devrimciliğe küfretmenin dayanılmaz boşboğazlığı ve saire filan,

Derken...

Sonra illa ki Ergenekon...

Madem artık en baba vasi, en sıkı fıkı dost AKP;

Dost AKP’nin düşmanı herkes vallahi Ergenekon...

Yani son!

Yani şimdi bizden tamamen gitme vaktiydi.

Biz zamirini onlar gibi olmak fiiliyle ikame etmeliydiler.

İhsan istememiştik lakin hep gölgeydiler.

AKP kağnısının gölgesinde yürüdüler,

İşte bu kendi gölgemiz dediler.

Ve aynen böyle gittiler.

Gittiler,

Sadece gölgelerini bırakıp gittiler...

Geride sahipsiz gölgeleri kaldı.

Onlar artık yokturlar sadece gölgeleri var.

Sığındıkları AKP kağnısının gölgesi kadar!

Soru şudur ki:

Yoksa önceleri de sadece birer gölge miydi onlar?