Nefret, orijinal adıyla La Hain Paris banliyölerinde sıkışmış farklı millet ve dinlerden gençlerin içlerinden birinin polis tarafından öldürülmesi sonrasında başlattıkları ayaklanmayı, birbirinden farklı üç gencin böyle bir ortamda geçirdiği bir güne yoğunlaşarak anlatan bir film.

Hikâye bir gökdelenin ellinci katından düşen bir kişiye aittir
Aşağı doğru düşerken her kattı geçişinde
Kendisini rahatlatmak için buraya kadar her şey yolunda der,
Buraya kadar her şey yolunda,
Jusqu’ice tout va bien…
Nasıl yol aldığın değildir önemli olan.
Asıl mesele yere nasıl indiğindir.

Gençlerin kendi yaşamlarına ilişkin değerlendirmeleri oldukça gerçekçidir. İçinde yaşadıkları toplumda, hikâyeler nasıl olursa olsun, iniş anının iyi olmadığının, çakıldıklarının farkındadırlar. Serbest düşüş toplumunda daha geniş topluma ve büyük otoriteye duydukları nefretin gerisinde hikâyelerinin çakılmayla bitmesi vardır.

Türkiye’de ezilen toplum katmanlarından gelen gençlerin hikâyesi, en azından yakın zamana kadar bu tür bir seyir izlemedi. Dışlanmadan doğan kin ve yarattığı enerji büyük ölçüde siyasi kanallara aktı. O nedenle gençlik, Fransız Banliyölerinde gördüğümüz türden patlamalar yerine, öyle ya da böyle siyasal projelerin parçası olmayı, öfkesini siyasallaştırmayı tercih etti.

Bu durumun en muhteşem örneği Gezi başkaldırısıdır. Gezi’nin en büyük başarısı “kin” kusmamasıydı. Başkaldırının asli aktörleri olan ve her kesimden gelen gençler çok sayıda kentin sokak ve meydanlarında kentlerine yönelen şiddet ve getirdiği ölümlere şiddete sarılmadan özgün yanıtlar ürettiler. La Hain’in bir sahnesinde gençlerden birini polise silahı doğrulturken görürüz; sonunda polis mi, genç mi ateşler silahı, tam seçmek mümkün olmaz. Oysa Gezi’de polisin silahından çıkan kurşunlarla ölen gençlere karşın, tersini hiç görmedik!

Sorun tam da bu galiba! Gezi’den başlayarak gördük ki, otoriteden gençlere doğru yöneldi şiddet. Bir biçimde Türkiye’de iktidarın yakın zaman sahipleri kızgınlık içindeler. Kamuoyu önünde öfke nöbetlerini onlar geçiriyor; iktidara sarılıp, zor aygıtları üzerinde hâkimiyet kurdukça daha bir kızgın ve öfkeli hale geliyorlar.

Fransız banliyösünün dışlanmış gençlerinin ürettiği şiddetin ne zamansal ne de mekânsal olarak uzun yaşaması mümkün değil; o yüzden birkaç gün içinde eriyip, sona eriyor. Lakin Öfke, kin ve şiddet siyaseti devletin içinden üretilmeye başladığında, süreklilik kazanan ve yayılan bir salgına dönüşmeye başlıyor. Bugün geldiğimiz noktada Türkiye’de olan budur.

Şiddetin tekelini elinde bulunduran ve topluma bu şiddeti meşru sınırlar içinde kullanma sözü veren devlet, elinde tuttuğu gücü gelişigüzel ve meşru sınırların dışına çıkarak kullanan bir iktidar tarafından kontrol edildiği ölçüde, toplumsal bir çözülmenin de müsebbibi haline geliyor. Tam da bu nedenle, La Hain’de sözü edilen serbest düşüş toplumuyuz artık.

Hikâye bir gökdelenin ellinci katından düşen bir kişiye aittir
Aşağı doğru düşerken her kattı geçişinde
Kendisini rahatlatmak için buraya kadar her şey yolunda der,
Buraya kadar her şey yolunda,
Jusqu’ice tout va bien…
Nasıl yol aldığın değildir önemli olan.
Asıl mesele yere nasıl indiğindir.

Bu hikâyeyi, gökdelenin en yüksek noktasında duranlar dahil –en yüksekten onlar düşeceği için- bu düşüşte dahli olan herkesin iyi dinlemesi gerekir… Nasıl indiğin değil, nasıl çakıldığındır mesele…