Halepçe, Irak Kürdistanı ile İran sınırında, Bağdat'ın 241 km. kuzeydoğusunda bir Kürt şehri. 50.000’in üzerindeki nüfusunun çoğu Kürtlerden oluşuyor...

Dîsa li me ferman e
Li jor tête gire-gir û hume-huma bavirok û têyaran e
Her der xistîye nava agir û mij û dûman e
Li jêr tête qîre-qîra zarokan, hawara dayik û bavan e
Dîsa dîrok xwe nû ve dike weke carek ji caran e
Weke Dîyarbekir, weke Palo û Gênc û Agirî, Dêrsim
Weke Mahabat û weke Berzan e
Îro dîsa li deşta Silêmaniyê, li kêleka hendirê, li bajarê helebçê
Fermana me Kurdan e, ferman e, ferman e?

                                   Helebçe / Şivan Perwer

Halepçe, Irak Kürdistanı ile İran sınırında, Bağdat'ın 241 km. kuzeydoğusunda bir Kürt şehri. 50.000’in üzerindeki nüfusunun çoğu Kürtlerden oluşuyor. Kürdistan Bölgesel Yönetiminin de parçası.

İran - Irak savaşı sırasında 16 Mart 1988 tarihinde Saddam Hüseyin yönetimindeki Baas iktidarı tarafından gerçekleştirilen ve üç saat süren kimyasal zehirli gaz bombardımanı sonrası çoğu çocuk ve kadın olmak üzere 6.357 kişi zehirlenerek ya da yanarak öldü, 14.765 kişi ağır derecede yaralandı. Birleşmiş Milletler Sağlık Örgütü (WHO) raporuna göre bu kimyasal saldırı, günümüze kadar 43.753 kişinin ölümüne, 61.200 kişinin de sakat kalmasına sebep oldu. Dünyanın en büyük insanlık trajedilerinden biri olarak kabul edilir Halebçe Katliamı. Her yıl dünyanın birçok yerinde ve Türkiye’de genellikle Kürtler olmak üzere Halepçe katliamıyla ilgili büyük anmalar ve kınamalar gerçekleştirilir.

Aslında Saddam rejiminin 1987′den itibaren Kürtlere karşı oldukça sistematik bir “soykırım” uygulamasını hayata geçirdiği biliniyor. Irak Kürdistanı’nda ilan edilen ‘yasak bölgeler’ genişletilir. Saddam’ın kuzeni olan Ali Hasan El Mecid nam-ı diğer “Kimyasal Ali”, başbakan düzeyinde ‘özel yetkilerle Kürt bölgesinden sorumlu kılınır. Irak düzenli ordusunun 1. ve 5. Kolorduları, Emniyet Genel Müdürlüğü, Askeri İstihbarat ve bunların yardımcılığını yapan ve ‘Cahş’ olarak bilinen Kürt milisler Kürt bölgesinde görevlendirilir. 1. ve 5. Kolordularla kuşatma hamleleri gerçekleştirilir. Bu gelişmelerle birlikte dikkat çekici bir şekilde 17 Ekim 1987′de ulusal nüfus sayımı da yapılır. Aslında bütün bu hazırlıklar Enfal Harekâtı’na yöneliktir. Enfal Harekâtı, 8 harekât olarak planlanmış ve çeşitli aşamalardan oluşan bir soykırım harekâtıydı. Nüfus sayımından 4 ay sonra, 23 Şubat 1988′de planlanan Enfal Harekâtı’nın ilki başlatıldı. İlk saldırılar 23 Şubat gecesi Sergelî ve Bergelî’ye yapılır.

İşte o meşhur Halepçe Katliamı da bu Birinci Enfal Harekâtı kapsamında gerçekleştirilir. 16 Mart 1988 günü Irak Hava Kuvvetleri’ne bağlı uçaklar, rüzgâr yönüne doğru kimyasal gazlar bıraktı ve Halepçe şehrinde binlerce insan hayatını kaybetti. Kaçabilenler İran sınırına ve dağlara doğru gittiler, ancak yaşam şansları pek olmadı, çoğunluğu yolda yaşamını yitirdi.

Birinci Enfal’den 25 Ağustos-6 Eylül 1988 tarihleri arasında Behdinan bölgesinde gerçekleştirilen Sekizinci Enfal Harekâtı’na kadar sistematik katliam politikası sürdürüldü. Bu tarihler arasında katledilen Kürt insanı sayısı 182 bin olarak biliniyor. Milyonlarca insan ise yaralandı, yerinden yurdundan oldu, kamplarda açlık ve bakımsızlıkla ölüme terk edildi.

Samira Makhmalbahf’ın “Textê Reş”’i ile Bahman Ghobadi’nin “Kûsî Jî Dikarin Bifirin” sinema filmleri görsel açıdan mükemmel dönem filmleri olarak anılan katliamı ve yaşanmışlıkları sanatın diliyle paylaşır.

Saddam, anılan vahşeti biber, hardal gazları ile adeta bir soykırım provası ile Halepçe Kürtlerine karşı Kürtçe adıyla “Bombeyî Kîmya” ile uygularken aynı dine mensup bütün İslam âlemi Arap birliği ve kardeşliği adına susuyordu. Susmakla kalmayıp bugün kimilerince Arap ve Filistin dünyasının “büyük kurtarıcısı” olarak kabul gören FKÖ eski lideri Yaser Arafat’ın desteğini de alıyordu. Arafat, Arap Baas Birliği ve kurtuluşu adına Halepçe ve Enfal’den sonra Saddam’ı kucaklayıp hatta alnından öpüp basına poz veriyordu. Arafat’ın Kurtuluş Ordusu “gerillaları” Irak “cahş”ları ve “Cumhuriyet Ordusu ile birlikte kimyasal bombardımandan kaçan yoksul Kürtlere “sürek avı” uyguluyordu.

Nedense 23 yıl evvel yaşanmış büyük Kürt katliamı, bugünlerde Avrupa’nın göbeğinde 16 yıl evvel uygulanan bir başka katliam, Serebrenitsa katliamı nedeniyle bir kez daha aklıma düştü.

Düşünmeden edemedim Serebrenitsa’da Müslüman Boşnaklara uygulanan zulüm ve katliam Hıristiyan Sırp Katillerce yapılmıştı. Halepçe’de Müslüman Kürtlere uygulanan katliam ise yine Müslüman olan Arap Katiller tarafından uygulanmıştı. Dünyanın bütün hak savunucuları ve İslam adına çağrı yapanlar Müslüman Boşnakların Hıristiyan Sırplarca katledilmesine çok haklı tepki gösteriyorlardı da! Serebrenitsa’dan 7 yıl önce Irak ve İran sınırında Kürt halkına uygulanan katliama tepki vermiyorlardı. Bu ne yaman çelişkiydi.

Üstelik 2006’da Katil Saddam asıldığında “Peşmerge Abdullah ve Saddam” başlıklı bir yazı yazmıştım. İki paragrafında demiştim ki; “Televizyonlara yansıyan, Saddam'ı infaz eden sıkıntı verici görüntüleri defalarca izlerken, bedenimdeki ve beynimdeki iki yanım birbirleriyle çatışma halindeydiler. İnsan olan ve insanî davranmayı sürekli ısrar eden yanım, idam ve idamlara karşı olmam ve karşı durmam gerektiğini bana sürekli telkin ediyordu. Öte taraftan ise insanî olmamla asla çelişmeyen bir de Kürt yanım vardı. O yanım ziyadesiyle yaralıydı. Halkımın bir parçası olan insanlara, yıllarca büyük acılar çektirmiş biri vardı, ilmek boğazında olan. Yıllar yılı yaptıklarından ve çektirdiklerinden dolayı ondan (Saddam'dan) nefret eder olmuştum. Öfke duymuştum kendisine. Ona, zerre kadar acıma hissi duymayan bir psikolojik ve ideolojik altyapı ile yetişmiştim. Sovyetler Birliği ile Arap Baas Partisi faktörü nedeniyle ilişkisi olduğu dönemlerde bile, sosyalist olmama rağmen ona sempati duymamıştım. Saddam, benim gibi birçok Kürt için, halkının eli kanlı katliamcısı idi ve cezasını çekmeliydi.Ama açık ve net konuşmak gerekirse Saddam'ın idamına üzülmedim. Yalnız bu kadar hafif bir sebepten ve bu kadar alelacele, amiyane tabiriyle apar topar götürülmemeliydi. 150 Şii'nin ölümüne sebebiyet vermekten ipe çekilmesi belki de Saddam'ın en masum "eylemi" idi. Asıl Kürtlere yaptıklarından yargılanacakken, belki de dananın kuyruğu koparılacakken, daha beklenmeliydi. Yargılanma, Saddam'ın bütün suçları orta yere serilinceye kadar sürmeliydi. Ama olmadı...”

Dediğim gibi altı yıl evvel yazmışım “Peşmerge Abdullah ve Saddam”ı. Hala Enfal ve Halepçe Katliamında yaptıklarından dolayı öfkem dinmemiş katil Saddam ve arkadaşlarına. Ama bugün bir başka öfkem daha var. Hıristiyan’ın Müslüman’a yaptığına olanca tepkisini gösterip de, Müslüman’ın Müslüman’a yaptığını görmeyene / görmek istemeyene öfkem... Niçin, yoksa onlar Kürt diye mi?

Öyleyse eğer Ramazan Öztürk’ün kucağında bebesi ile kimyasal zehirden düşüp kalkamayan ölü gözlerin fotoğraflarına baksınlar. Baksınlar, belki vicdanları sızlar hiç değilse…

Dîsa bombe û baran e
Her derê girtî mij û dûman e
Dîsa nale-nala birîndaran e
Dengê dayika tê li ser lorikê wan e
Bavik bi keder xwe davêjine ser zarokan e
Lê zarok mane bê nefes, bê ruh û bê can e