Şeref Bilsel, zevk vererek okuyucuyla düşüncelerini paylaşır, bunu yaparken de onu düşünmeye sevk eder. Bireye, pratiklerini sorgulatır. Sosyolojik gelişimi, değişimi bireye indirgeyerek, bireyselliği ve toplumsallığı filozof ciddiyetiyle irdeler

Şeref Bilsel’in edebiyat ülkesi

ATİLLA YAŞRİN

Deneme; olay, olgu, durum, varlık ve kavramlarla ilgili özgün düşüncelerin; inandırıcı, öğretici ve düşündürücü bir bakış açısıyla dile getirilmesine olanak sağlayan metin türü. Deneme türünde ortaya konan eserlerin sayısı diğer türlere göre çok az.

Edebiyatımızda deneme deyince öne çıkan isimlerden biri olan Nurullah Ataç deneme için “Ben’in ülkesidir” der. Denemeyi kaleme alan bir kişi kendi hazırbulunuşluk düzeyinin röntgenini çekecektir. Deyim yerindeyse deneme niteliğin mihenk taşıdır.

Şeref Bilsel’in 'Yalnız Edebiyat' adı altında toplanan denemelerini okurken acaba kitabın adı “Şeref Bilsel’in Edebiyat Ülkesi” olsaydı daha mı iyi olurdu, diye düşündüm.

Sanat eserinin mihenk taşlarından biri, hatta en önemlisi, kalıcılıktır. Şeref Bilsel bunu kitabının ilk sayfasına aldığı “İnsan bazen kalmak için gitmez mi harflere doğru” ifadesindeki tevriye ile anlatmıştır. Kendi deyimiyle, bu harflerin eserinin girişi alması zaten manidar: Vurguyu metne yapıyor; dolaylı olarak da kendisine.

Bizi kendi ülkesinde gezintiye çıkarmadan evvel 'Kitap İçin Bir Menteşe' bölümünde edebi metnin niteliği ve şairin/yazarın erdemi üzerine:
"Türkçenin cümle kapısını açan Yunus’tan bu yana Türk şiirine açılan ara kapılar var. Bu kapıların önemli bir kısmı odadan odaya geçmeye yarar. Bazı kapılar geniş oturma odalarına açılır; bu oturma odalarında birbirini rahatsız etmeden aynı tonda öksüren şairler durur.”

Bu eleştirideki 'şairler' ibaresi üzerinde durmak istiyorum, bütün metni baz alarak. Burada eleştirdiği o kişilerin şiirinin niteliği değil, tavrıdır. Çünkü zaten 'şair' diyor. Bunu Şeref Bilsel’in düşünce ikliminin temeline oturtalım.

"Gök kubbenin altında söylenmemiş söz yoktur.” Cicero’ya atfedilen bu sözü edebiyat tarihi için de kullanabiliriz. Yeni şeyler artık zorlamayla çıkıyor. Bu işin teori kısmı. Ama edebi metinde bir şeyi herkesin söylediği gibi ifade edersen öncekiyle birlikte söylediğini de değersizleştirirsin. Marifet bilineni, ezberleneni dönüştürerek, estetik bir hazza büründürüp tekrardan verebilmektir. Bir şairin düz yazısını okurken şiirsel ifadelerle şiiri, içeriğiyle de birikimini yaşarsın. Edebiyat öğretmenlerine 'Yalnız Edebiyat’a içerik olarak birçok konu da aşina gelebilir; ama dil ve anlatın onlara eşsiz bir pençeden soluk aldıracaktır:

“Kenarda olanın mekânı ağzındadır, yekûn ağlayışların bir gül uçurumuna döküldüğü mor saatler altında yoksulluğunu, zamanın şiddetine karşı bir pençe gibi kullanan, sessizliğe ağulu bir takvimden yapraklar döküp insanı alçaltan alışkanlıkları, bataklıklara doğru kışkırtanların ağzı ortadadır. Bu ortada olma hali, çırılçıplak bir güneşi omuzlarının üzerinde taşımanızı da yükler size. Gelip sizden hesap sorar.” (Yalnız Edebiyat. Sayfa: 191)

Can Yücel’e dair yazılan bu satırlar, öğretici bir metne şiirselliği giydirmektir.

Deliliğe gerek felsefe olsun gerek edebiyat olsun epey dikkat çekmeye çalışmışlardır. Psikolojiyi bunların dışında tutuyorum. Hatta Erasmus’un 'Deliliğe Övgü'sü bu konuda tartışılmaz bir üne sahip. Şeref Bilsel de 'Edebiyat ve Delilik' başlığı altında edebiyatı delilik çeşnisiyle tatlandırmıştır.

“Olmayanı, olanla anlatmak şiirin işi belki de. Olmayan sözcüklerle yazmak gibi bu.” (Yalnız Edebiyat. Sayfa: 60 ) derken uzak bir zeminde anormale gönderme yapıyor.

İçerde olanı dışardan, yukarıda olanı aşağıdan görmek ister. (Yalnız Edebiyat. Sayfa: 66)

Sanattaki bu asi tavrı, baskının doğuran üretici/ yaratıcı olarak sanatçıya tesadüf etmesiyle açıklar. Bu tavır, absürt ve varoluş temellidir. Delilik de bu değil mi zaten?

Yola çıkanın geri dönemeyeceği bir mecrada söz söylemek: “Sarımsak turşu için neyse, delilik de sanat için odur.”(Augustus Saint Gaudens, Yalnız Edebiyat. Sayfa: 66) sözünü doğrulamaktan başka bir şey değildir.

Bilsel, Yaşar Kemal’i ele aldığı bölümde bizleri, kendi kazanımlarına samimiyetini ekleyerek farklı iklimlerde dolaştırıyor. İnsanın birey olarak zaman ve toplum karşısındaki tavrını, felsefeye özgü ciddiyetle dile getiriyor. Deneme yazarı olarak; sezgisel yönü kuvvetli ve sorgulayıcıdır, bilgi çeşitliliğini geniş yelpazeden aldığını, metinlerin tamamında görebiliriz. Kazanımlarını (bilgi birikimini) tecrübeleriyle harmanlayıp özgün bir senteze ulaşmıştır. Ele aldığı her konuya, bir düşünce insanı, bir entelektüel duyarlığı, ciddiyeti ve bakış açısıyla yaklaşmıştır.

“Olanı bütün çıplaklığıyla, samimiyetle ortaya koyan Yaşar Kemal’de yazının bir hafızası vardır. Biz yazının içinden hem toplumsal hem de tarihsel gerçekliği ele geçirmiş oluruz. (Yalnız Edebiyat, Yaşar Kemal’de ‘İnsan’ Sayfa:175)

Edebiyatımızdaki bakir alanlardan biri olan deneme, yüksek derecede bir kültür ve bilgi birikimi gerektirir. Denemeci; gittiği yerden dönemez, söylediği sözün önünü ve arkasını doldurmak zorundadır. Dün söylediği, yarın söyleyeceği, yağlı ilmiktir boynuna. Onun temellendiremediği hiçbir düşünceyi sarf etme lüksü yoktur. Metinlerde her söz bu bilinçle sarf edilmiştir.

Bilsel, zevk vererek okuyucuyla düşüncelerini paylaşır, bunu yaparken de onu düşünmeye sevk eder. Bireye, pratiklerini sorgulatır. Sosyolojik gelişimi, değişimi bireye indirgeyerek, bireyselliği ve toplumsallığı filozof ciddiyetiyle irdeler. Öğretici bir metin olmasına rağmen, okuyucuya edebi bir metnin verdiği estetik hazzı veriyor. Düşüncelerini nesnel ve bilimsel soğuklukla değil, samimi, sıcak ve öznel bir dille anlatıyor. Bu alandaki başarısı; düşünce ufkunun açık, duygularının yücelmiş, kültür alanına özgü bilgi birikiminin yeterli olmasından kaynaklı. Kendi doğrularının dışında da doğruların olabileceğini kabul edebilecek engin bir hoşgörüye sahip, dil hâkimiyeti mükemmeldir. Can Yücel bahsı bu söylediklerimi fazlasıyla destekler.

“Can Yücel’in cinselliğe (özellikle maddi göstergeler etrafında şekillenen) göndermeleri şiirinin diri bir damarını işaret ediyor bizlere. Bu tavır, onun şiir odasına girmek isteyenleri, özellikle bir fırından geçmeye davet ediyor. Işıltılı, terli ve şeytani özelliklerle donanmış bir yaşam.” (Yalnız Edebiyat, Karanlığın Tazyiki Altında Günebakan bir şair: Can Yücel, Sayfa:194)