Yazıya herkes tarafından saygı duyulan ve futbol içinde düşünce insanı olarak tanımlanan Cruyff ile başlamak istiyorum ki; örneklemeler üzerinden doğruya ulaşmamızı daha kolay olsun.

“Her antrenör otomatik olarak becerikli bir teknik direktör olacak diye bir şey yok. Demek istediğim, iş çalıştırıcılara geldiğinde doğru adamı doğru yere getirmek için insan ruhunu iyi bilmek gerekir. Birçok kulübün bu tarz mücadelelerde nasıl debelendiklerini gördükçe bu yüzden şaşıyorum. Kötü seçimlerin etkisi yıllarca sürecek feci sonuçlara varabildiğini sıklıkla görüyoruz.”

Bir takımın sorumluluğunu almak ve onu belirli prensipler silsilesinde top oynatmak gerçekten zor iş. Çünkü bir mesleği doğru icra etmek gerekiyor. Haliyle bunu başarabilmenin belirli parametreleri vardır da peki doğru nedir?.. Görecelimi yoksa değil mi? Bunu ayırt etmek gerek. Buradaki ayrıntı futbolu total olarak nasıl algıladığı ile ilgilidir. Detaylardaki içeriğin önemi, teknik direktörün ne yapması ile ilgili metodolojisinin tanımını belirler. Bu metodolojiyi iyi organize etmesi ile edememesi düşünce ile uygulama arasındaki ilişkiye bağlıdır. İyi futbolun ve başarının sırrı burada yatmaktadır.

Tekrar başa dönersek, doğru adamı doğru yere getirmek için karar veren yöneticilerin buradaki belirleyici koşulları nedir? Koşullardan kastım; kendilerinin sahip oldukları donanımlar üzerindeki koşullardan bahsediyorum.

Futbol bilgilerimi-ki bizim için kesinlikle olmayan bir şey. Yoksa çok iyi bir ekip kurarak ekibin değerlendirme kıstasları üzerinden mi-ki böyle bir şey de olamaz. Futbolun başına mesleki açıdan çok uygun birini getirerek ona yetki verilmesi mi-ki hiçbir başkan bu az gelişmişlik sendromu içindeki sahip oldukları egolarından bu konuda taviz vermez. Yapay zekadan mı?..

Aslında yukarıyı daha çok şeyle doldurmak mümkün ama, asıl olan bilgisizlik üzerinden kulis ile ya da sıkışmışlığın verdiği baskı ile başkalarının söylemlerini sahiplenerek seçmeleridir.

Tekrar Cruyff’a dönersek:

“Çalıştırıcı seçimlerindeki büyük fiyaskoların nedeni, ilgili kararlar alınırken nelerin gözetilmesi gerektiğini hiç bilmeyen yönetim kurulları ve idarecilerdir. Daha önce bahsettiğim gibi, işin altında, yönetim kurullarında ve başkan bürolarında yapılan görüşmeler ve lobi faaliyetleri yatmaktadır.”

Sanırım burada hem fikiriz!

İşte Sergen Yalçın ile Erol Bulut arasındaki farkı ortaya koyan tüm detaylar burada... öncelikle Sergen Yalçın Beşiktaş’ın tüm kültürel kodlarına sahip ve en önemlisi Baba Hakkı’dan gelen tüm davranış kodlarını yaşayarak ve alarak kulübün içinde yetişmiş birisidir. Bu donanımları onu mevcut yönetim kurulunun üstünde yer almasına neden olmaktadır. Çünkü mevcut yönetim, Beşiktaş kültürel davranış kodlarına ait hiçbir tarihsel sürece sahip değildir.

Erol Bulut’un böyle bir tarihsel süreci olmadığı gibi, Ali Koç ile Emre Belözoğlu da böyle bir sürece sahip değiller.

Fenerbahçe’deki handikap; her şeyin yeni olgu olarak kabul edilip bir yol haritası bulunmaya çalışılmasıdır. Fakat Ali Koç’un tutumu bu yol haritası için Fenerbahçe kodları ile uyuşmamaktadır.

Beşiktaş teknik bakımından Sergen Yalçın’a bağlıdır ve yönetimin sahip olamadığı seyirci desteğine sahiptir.

Erol Bulut teknik bakımından Emre Belözoğlu’na bağlı ve arkasında seyirci desteği hiç olmadı. Kulübede, tribünde Ali Koç tarafından atanmış ve görev tanımları belli olmayan bir takım eski sporcular tarafından etrafı çevrilmiş ve baskı altında çalışmaktadır. Hiçbir şekilde kendi iradesini ortaya koyacak ortama sahip değildir.

Hele hele o Galatasaray maçındaki, tribünden gönderilen notu okuduğu andaki içinde bulunduğu durum (!) bir teknik direktöre yapılacak en büyük saygısızlıktı.

Sergen Yalçın, kendi iradesi ile süreci bitirir veya devam ettirir ama, Erol Bulut, geldiği andan itibaren ilk faturanın kesileceği kişi konumundadır.

Sergen Yalçın’ın özgür iradesi, sahaya sistematik iradesini de koymakla ne oynatmak istediğini çok net belirtmektedir. Erol Bulut ise, saha dışında mesleki iradesi için mücadele verdiğinden saha içi iradesini kazanamamıştır. Ve Fenerbahçe’nin bu koşullardaki en masum kişisidir.

Son olarak tekrar üstattın 2000 yılında Ajax’da teknik direktörlük tartışması olduğu dönemde söylediği bir söz ile bitirmek istiyorum:

“Kulüp idaresi medyaya Ajax’ın çıkarlarının her şeyden önce geldiği açıklaması yaptı. İyi ama Ajax’ın çıkarının ne olduğuna kim karar veriyordu? Kararlar bana gösterilen keyfiyetle alınıyorsa bayıldığımı söyleyemem.”