Bir varmış bir yokmuş, memleketin birinde demokrasi diye bir “oyun” varmış. Oyun bu ya AB’ye girilecek ve demokrasi varolacakmış. Darbe yapılacak ve demokrasi yok olacakmış. AB’ye girilmemiş, darbe yapılmamış. Demokrasi ne varmış ne yokmuş derken, madem öyle Yeni Osmanlı olsun denmiş o da olmamış, Yeni Türkiye olsun denmiş.

Keşke bütün her şey böyle masal tadında olsaydı! Olmadı, olamazdı. Çünkü yaşattıkları külliyen zulümdü ve yalandı. Madem öyle Saray’ın adı dahi külliye olmalıydı.

AB mevzuunda bile artık kostaklanıyorlar: “Türkiye kapınıza gelip dilenecek bir ülke değildir!” Darbe mevzuunda darbeli matkap kesildiler. Delik deşik etmedikleri hiçbir kurum ve değer kalmadı neredeyse.

Yalanları yüzlerine tükürüldükçe cevapları belli: Yarabbi şükür! Yani yine dindarlar. Ve yalanlarıyla övünüyorlar. Yolsuzluklarına, rüşvetlerine, hırsızlıklarına hadislerden deliller bulup cümlemizi deli ediyorlar.

Ve üstelik malum bir şeyi bir kez daha ispat ediyorlar: Muhafazakâr toplumlar iç savaş fideliğidir. Çünkü muhafazakârlığın bir yanı saldırgan milliyetçilikse, diğer yanı tevhit bayrağı açan Müslümanlığın cihat vecibesi… Ve şimdiki siyasi tarifi de mezhep faşizmi.

Diyarbakır’da Başbakan, açıkça Kürtleri Türk bayrağı altında toplanmaya çağırırken “Bu al bayrak dünyada mazlumların tevhidin bayrağıdır. Bizler hilalin temsil ettiği İslam’ı temsil etmeye devam edeceğiz” demedi mi? Tevhit-Türk bayrağı altına girmeyenlerin vay haline! Çünkü lamı cimi yok iç savaş hazırlığı halindeler.

Yıllar öncesinden yazıp çizdik, AKP’nin öncelikli hedefi “laik devlet”ten daha çok “seküler toplum”dur. Yani bir yanıyla kitle mobilizasyonunu aktif tutabilmek için toplumun önce tamamen muhafazakârlaşması ve böylece daha fazla dindarlaşması (ve hatta IŞİD’leşmesi) lazım...

Ve kendi payıma başından beri “laikliği kaldırmazlar, laikliğin tanımını değiştirirler” deyip durmuştum, nitekim Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) 18 Nisan 2013 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan 2012/128 sayılı kararıyla bu tespit kesinlikle ispatlanmıştı. CHP “4+4+4 yasası”nın bazı maddelerinin iptali için dava açınca AYM bu başvuruyu “laiklik, bireyin ya da toplumun değil, devletin bir niteliğidir” gerekçesiyle reddetmişti. 2007 yılına dek laiklik İslami yaşamı bir nebze sınırlayabiliyordu, 2013’ten bu yana İslami kurallar laikliği sınırlıyor, tanımlıyor ve fiilen iptal ediyor.

Devletin kâğıt üstünde “laikmiş gibi kalması” hiç dert değil… Oysa toplumun tamamen muhafazakârlaşması ve böylece daha fazla dindarlaşması çabalarına tam hız devam şart... Toplumun yüzde 50’sinin “rızasını” almakla yetinmeyip geri kalan yüzde 50’nin sekülerlik adına “arıza” çıkarmasını önleyecek şekilde İslam adına teskin edilmesi ve bu da yetmeyince sindirilmesi, neo liberalizme böyle biat ettirilmesi mezhepçi faşizmin asıl hedefi.

Şeriatçı Suudi Kralı neoliberal Amerikancılığıyla meşhurdu, bizim Zalimler de öyle. Ve öyleyse, dilimde pelesenk olan bir lafı tekrarlayabilirim: Evet bu memlekete şeriat geliyor ama “Selamünaleyküm ben Şeriat” selamıyla değil “Hello! Ben Şeriat!” diyerek geliyor. Ve üstüne bir de sağ elini taşlaşmış kalplerin üzerine koyup selefi-Nazi selamı çakıyor.

Bu yüzden Birleşik Haziran Hareketi’nin ocak ayında eğitimdeki şeriatçılığa karşı bir kampanyayla start alması çok önemliydi. Kampanya 11 Şubat günü boykotla taçlanacak.

Ve gün gelecek “Hello! Ben Şeriat!” demeyi seven faşistlerin “Good by” demeye bile mecalleri kalmayacak.