Onu 63 yıl önce Mülkiye yıllarımda tanımıştım. İkimiz de Mülkiye’ye 1954 yılında girmiştik. O asistan, ben de öğrenci olarak. Stanford’da Yeni Osmanlılarla ilgili doktora çalışması yapıyordu ve henüz tamamlamamıştı; fakat bazı tezlerini o yıllarda çıkan FORUM dergisinde yayınlıyordu. Dergide Menderes’in otoritarizmi şiddetle eleştirilirken, o da Namık Kemal ve arkadaşlarının Ali Paşa’nın diktatörlüğüne nasıl isyan ettiklerini analiz ediyordu. Sonra Forumcular Menderes’in hışmına uğradılar ve vekalet emrine alınan Turhan Feyzioğlu’nun arkasından istifa ederek fakülteden ayrıldılar.

•••

Biz öğrencilerin gözünde kahraman olmuşlardı. 1970’lerde ise aynı fakültede tekrar bir araya geldik. Bu kez aynı kürsüde o doçent, ben asistan olarak.. Ne var ki bu arada Mayıs-68 yaşanmıştı; SBF artık eski SBF değildi ve Mardin de öğrencilerin kahramanı olmaktan çıkmıştı. Sorduğu soruların yönlendirici niteliği yüzünden bir kez sınavı dahi boykot edildi. Ola ki Mülkiye’den ayrılmasının nedenlerinden biri de bu olmuştu. Her ne ise, Şerif Mardin Mülkiye’yi terk etti; Boğaziçi Üniversitesi’ne geçti ve akademik hayatının belki daha az şanlı, fakat kesinlikle daha ünlü safhası başladı.

•••

Liberalizmin yükseliş yılları idi; Mardin bu yıllarda Boyner’in Yeni Demokrasi Partisi’ne de öncülük yapmaktan kaçınmadı. Kendi çizgisi açısından tutarlı bir davranıştı; hareket fiyaskoyla bitse bile, fikirleri uğruna riskli angajmanlara girebileceğinin bir örneğini vermiş oldu.

•••
1990’larda “Küreselleşme ve Demokrasi Krizi” başlıklı kitabımda Mardin’in tezlerini 23 sayfalık bir bölümde tartışmış ve eleştirmiştim. Sanırım bu inceleme Mardin’in tüm eserlerini kapsayan en ayrıntılı değerlendirmedir. Bunları burada yineleyecek değilim. Yalnız son yıllarda yaşananlardan sonra, bizde liberalizm tarihi ile ilgili genel bir gözlemimi paylaşmak isterim.
Bu ülkede 2. Meşrutiyet ve onu izleyen 31 Mart ayaklanmasından beri din ve şeriatçılık daima gündemde olmuştur. Ahrar Fırkası’ndan itibaren, aslında İslamcı olmayan, hatta bazı durumlarda dindar bile sayılamayacak düşünce ve siyaset adamları da bu muhafazakâr akımları desteklemiştir. Bazen samimi bir özgürlük aşkıyla, daha çok da maslahat ve çıkar hesaplarıyla.. 1909’da Hareket Ordusu tarafından gözaltına alınan -ve İngiliz desteğiyle- kurtularak yurt dışına çıkan Prens Sabahattin’den, Adıvar’lara; Fethi Okyar’dan Menderes ve Bayar’a, oradan da Çiller, Boyner ve son yılların “yetmez, ama evet!”çilerine kadar uzanan çizgide çok sayıda simgesel isim vardır. Şerif Mardin de bu “gelenek” içinde yer almıştı ve akımın en etkili akademisyeni sayılıyordu.. Açıkcası, bazı yakınlarının “prens” adını taktığı Mardin de yakın dönemin Prens Sabahattin’i oldu.

•••

Ne var ki yazılanlara bakılırsa cenaze töreni bekleneceği şekilde görkemli olmamış ve prense son yolculuğunda ancak yüz kişilik bir cemaat refakat edebilmiş! Şaşırtıcı değil mi? Belki de değil. Aslında son derece tuhaf bir dönemden geçiyoruz. Bir yandan AKP erkanı Mardin’i tazimle selamlıyor; Beştepe, ailesine telefon açıyor; eski bir başbakan ve bakanlar heyecanlı nutuklar atıyor; öbür yandan ise çok sayıda hayranı cenazesine bile katılamıyor.. Mecalleri kalmamış gibi; bir kısmı tutuklu, bir kısmı işinden gücünden olmuş, kimileri de baskı altında susmuş oturmuşlar...

•••

Mardin’in arkasından yazı yazanlar ise, ne kadar büyük bir bilim adamı olduğunu, ülke bilimine ne kadar kavram hediye ettiğini, nasıl anlaşılmamış olduğunu yineleyip duruyorlar.. Oysa ortada da “mahalle baskısı” kavramından (!) başka bir şey göze çarpmıyor.. Aslında yıllardır süregelen böyle bir sunuştan Mardin’in sağlığında memnun kaldığını da hiç sanmıyorum. Sözünü ettiğim yazımda bu kavramın nasıl ortaya çıktığını ben de tartışmıştım. O halde bu yazımı da oradan aldığım “mahalle baskısı” ile ilgili bir alıntıyla bitireyim:

“Ş. Mardin’in ‘mahalle’ birimi çerçevesinde yaptığı analizler, kısmi olmakla beraber, ilginçtir. Kendisinden önce Şevket Süreyya Aydemir de, her türlü teorik iddianın dışında, bu olguyu gözlerimiz önüne sermişti. Aydemir, Selanik’le ilgili olarak şu satırları yazarken, sanıyorum, Mardin’in ilerde savunacağı fikirleri önceliyor ve çok iyi özetliyordu: “Mahalle; kadınları, erkekleri, hastaları, sağları, dostlukları veya kıskançlıklarıyla, bütün hücreleri birbirine bağlı ve bütün bir varlıktı. Mahallenin, mahalle halkı üstünde tam ve kesin bir kontrolü vardı. Bu kontrolü kim kurar, kim kullanırdı? Bir bakışta bu belli olmazdı. Ama mahallenin toplumsal kontrolü, evlerin iç ve dış hayatına kadar sokulurdu. Mahallede herkes, görünmez bir hiyerarşinin, tarifi kabil olmayan bir kademesinde yer alırdı. Mahallenin yazılmamış kanunlarına ister istemez bağlı kalınırdı.” (Tek Adam, c. I., s. 24, İstanbul, 1963)...