Ama bazen, tasvirler tahlillere gerek bırakmıyor. Çek bir Türkiye fotoğrafı, röntgenden farkı kalmıyor.

Mesela AKP Genel Başkanı’nın “50 milyonluk Türk milleti” lafından “30 milyonunu keseceğiz zaten” anlamı çıkmaz mı? Aynı Genel Başkan, “Biz zalim hükümdarlar karşısında susmayı kesinlikle zulüm addediyoruz” demişti. Öyleyse biz de OHAL’i grev yasağı için ilan eden, muhalefete üç dakika konuşma hakkı verenler karşısında susmayı kesinlikle zulüm addediyoruz. Bu arada asıl mesele ‘hero’ olmak değil “ya herro ya merro” demeye devam edebilmek değil midir?

AKP Genel Başkanı Almanya için, gençliğindeki bisküvi pazarlamacısı meslektaşından söz eder gibi “Hasbelkader zengin olmuş” dedi, ama işi zenginliğe, sermaye getirince bir nevi bam teline de basmış oldu.

Almanya Dışişleri Bakanı Gabriel açık tepki verdi: Erdoğan Rejimini ‘sermaye güvenliğini tehditle’ suçladı. Ve üstelik bunun bir ‘devlet politikası’ olduğunda ısrar etti. Artık Türkiye denilmiyor, (Saddam Rejimi, Esad Rejimi gibi) Erdoğan Rejimi deniliyor, bu önemli. Ama asıl önemlisi sermaye güvenliğinin tehdit edilmesi. Kapitalizmi, emperyalizmi bu damardan kızdırdın mı hiç müttefikin kalmaz. Kitapta ve tarihte böyle yazıyor. Baksanıza AB de mülteci sorunuyla ilgili sert açıklama yaptı: Şantajlara boyun eğmeyeceğiz! Meğer bu arada tedbirlerini almışlar, açarsan sınırı aç gör bakalım ne olacak noktasındalar. AKP Genel Başkanı’nın, ‘şantaj’ dedikleri bu tehdidi de boşa çıkmış oldu. Rusya krizini özür dileyip aşmışlardı, şimdi özellikle sermaye güvenliğini tehdit babında özür yeter mi? Yoksa meletirler mi? Belli ki piyasa müminliği de işe yaramayacak.

Gidişatın bir haftalık tasviri böyle… Gelecek haftanın tasviri şöyle başlıyor: 24 Temmuz, bugün yani, hem ‘Gazeteciler ve Basın Bayramı’ hem de Cumhuriyet gazetesi çalışanlarının duruşma günü…

Geldiğimiz noktayı daha önce tasvir etmiştim: Kontrollü darbeden sonra, kontrollü kaos mu kontrolsüz kaos mu?

Kontrol kelimesinden gıcık kapıldıysa ‘güdümlü’ de denebilir; çünkü İngilizce ‘control’ kelimesinin karşılığı sadece denetim değil güdüm’dür. Emperyalizme güdümlü, ABD ve Avrupa’ya güdümlü, sermayeye güdümlü bir memlekette yaşadığımızdan, sermaye güvenliği tehdit altında görüldüğü vakit, güdümlü kaos da gündeme gelir ki, düşman başına!

(‘Güdümlü’ olmak: Yönlendirilebilen, güdülebilen demek. ‘Güdüm’ de gütmek işidir: Mal gütmek, keçi gütmek, kan gütmek, kin gütmek… Sermayenin tehdit altında görüldüğü son gelişmelerde bu anlamların hepsi gündemdedir. Hadi devamını da getireyim: ‘Güdüm’ bir de çobana verilen paradır. Emperyalizm güdümü böyle de anlar. ‘Güdüm’ ayrıca bir çeşit çalgıdır, teftir. Güdümlü kaoslarında tef çaldırıp oynatabilirler de yani.)

Peki, Sarayın kontrollü kaosu ve emperyalizmin güdümlü kaosu birbirine alternatif midir? Bu ikisi iç içedir ve zıtların birliğidir. Ama bu sermayenin iç çelişkisidir ve bilinir ki sonuçta fatura hep mazlumlara çıkar!

İyi de, bundan sonra ne olur? Bizler ne yapacağız? Tabii ki AKP Genel Başkanı’nın yardımına koşmayacağız. Emperyalistler derdimize deva olsun diye avuç ovuşturmayacağız. Kendi bağımsız yolumuzda yürümeye devam edeceğiz. Yürüyüş deyince elbette CHP kılavuzumuz olsun, onun peşine takılalım da değildir çözüm. Çözüm CHP’lilerin de örneğin Haziran Hareketi’nin birleşik gücünü çoğaltarak yol almasıdır. Böyle bir birleşik güç toplumsal muhalefetin ve dolayısıyla kendi partilerinin de güçlenmesinin çaresidir çünkü… Devrimcilerin kılavuzu devrimci fikirleridir ve örgütleridir. Bir de vazgeçmeyişleridir, pes etmemeleridir.

•••

Bundan sonra ne olacak sorusuna cevap ararken, cevabı bulabilmek için, bundan sonra ne olmalı / kim olmalı sorusuna da cevap bulmalı, özellikle gençler tabii ki.

İdeolojik olmalı. Ezilenlerin, haksızlık görenlerin penceresinden dünyaya bakabilmeli yani… İdeolojik kelimelerle konuşmayı bilmeli yahut kelimelerin ideolojisini de kullanabilmeyi: Özgürlük, eşitlik, adalet bunların hepsi ideolojik kelimelerdir.
Söz sırası hep bizdedir, elbette sözümüz olduğu sürece... Ama asıl söz, kendimize verdiğimiz sözdür. Bunu unutmamalı. Peki, bir anlamda da ‘sözün bittiği yerde’ değil miyiz? Öyleyse bir saptama daha yapmalı: Sözü söz olmakta bırakmayıp eylemeye devam etmeli.

Zalimlerin kanlı konuşmaları karşısında şunu hep hatırlamalı: Kan değil can önemli, candan olmak önemli. Kan dökmek, can almak, can vermek, yani ölmek değil ideolojimiz: Hayat vermek, canlandırmak... Öyleyse ister genç bir kadın ister genç bir erkek: Can ol. Eli kanlı olmaktan kork; eli kanlılardan hesap sormaktan korkma, hep delikanlı ol, hep delikanlı kal. Canımı bile feda edeceğim diye zalimleri sevindirme.

Açgözlü olma ama açları mutlaka gör. Açların gözü ol. Gözünü aç ama... Açıkgöz de olma. Gözünü açarsan aydınlıktır. Gözünü kapatırsan karanlık. Gözünü kaparsın, uyursun ve seni uyuturlar. Umutlarının yerine düşlerle yetinmeni belletirler.

Ve merak et. Her şeyi merak et. Mesela siyasi İslamcıların unutturmak için her şeyi yaptıkları o ilk kelimeyi öğren: Oku!
Mutlaka oku. Okumadan derdini – ideolojini kimseye anlatamazsın. Derdini anlatabilmen için, boyun kadar roman, boyun kadar şiir okumak gerektiğini bilerek oku. Hayır, bu bana uymaz diyorsan, senin için ‘tek’ yol: Bu işlerden en iyisi vazgeç.

Elbette Nazım gibi şair olamazsın, lakin Nazım’ın şiirlerini okuyunca Nazım gibi hissedersin. Hisli ol, duygusal olmaktan utanma. Duyguyla vicdana ulaşırsın, bilgiyle de bilince...

Unutma, ‘Devrimci’ aynı anda hem vicdanlı (merhametli) hem bilinçli (bilgili) kişidir. Bizler için ‘ideoloji’ dedikleri de bundan başka bir şey değil ki...