Dünya Çevre Günü’nde doğaya yönelik neoliberal talan ve sermaye barbarlığı sürüyor. Ekoloji mücadelesi yürütenler, yaşam savunucuları bu saldırganlığa karşı mücadeleye devam diyor.

Sermaye ve iktidara karşı yaşamı savunanlar

İlkay Öz

Neoliberalizmin dünya siyasetinde hâkim ideoloji olarak yerine almaya başladığı vesuyun hapsedildiği, ormanların yok edildiği, kısaca doğanın meta olarak görülüp ortak varlıkların çitlenerek yeni sermaye birikimi modelinintemelinin atıldığı 70’li yılların hemen başında,1972’de 5 Haziran BM Çevre Konferansı’ndaki katılımcı devletler tarafındanDünya Çevre Günüilan edilmişti.

Çevre Günü’nün, yalnızca kârpeşinde koşarak doğayı tahrip etmekten geri durmayan maden, enerji, turizm,finans ve sanayi alanındakiulusal ya da çok uluslu şirketler ve doğayı bir meta olarak görerekşirketlerinsermaye birikimlerini kolaylaştıracak yasal düzenlemelerle doğayısermayeye peşkeş çeken ve buna direnç gösteren halklara zor gücünü en acımasız şekilde uygulamaktan geri kalmayan iktidarlar tarafından bir “greenwashing”, “yeşil göz boyama” ya da“yeşil aklama”amacıyla kullanılmasını kabul edemeyiz.Suların hapsedildiği, ormanların yokedildiği, tarım arazilerinin amaç dışı kullanıldığı, toprağın kirletildiği, kısaca ekosistemin tahrip edildiği mevcut düzende bir tarafta sermaye ve siyasal iktidar varken diğer tarafta doğayı tüm canlıların ortak varlığı olarak görerek tahrip edilmesine karşı duran ekososyalistler, çevre aktivistleri ve halklar var. Çevre Günü ancak bu kesimlerin ve yürüttükleri mücadelelerin öne çıkartılması,“yeşil pazarlaması”nınifşa edilmesi ve doğayı bir meta olarak gören anlayışın yerine ekososyalist bir yaklaşımın tesis edilmesiyledoğanın ve yaşamın günü olarak anlam kazanabilir. Biz de bu yüzden satırlarımızda doğayıtalan etme amacındaki şirketlere ve onların kollayıcısı olan AKP iktidarının yasal düzenlemelerine ve polis-jandarma gücüne karşı direnen çevre aktivistleri, ekososyalistler ve yaşam savunucularının yürüttükleri çevre mücadelelerine yer veriyoruz.

Malatya – Olcay Güngördü Yücel

Kentimizde maden şirketleri altın arama amacıyla üç ilçede sinayürle birlikte sondaj yaptılar. Biz doğa aktivistleri bu noktadan harekete geçtik. Malatya’da ekoloji politikası yürüten siyasi parti ve STK’larla bir araya gelerek Malatya Çevre Platformunu kurduk. Geçen hafta kürecikte yapılması planlanan bir barajın halkın katılım toplantısını yaptırmadık. Doğanşehir ve Pütürge’de faaliyete başlayan birçok maden arama projesini durdurmak için dava açtık. Malatya il geneli ÇED başvurusu 977’ye ulaşmış durumda. Bu projelerin önüne örgütlü bir güçle geçilebilir yasam alanlarımıza doğamıza sahip çıkmak örgütlü bir mücadeleyle mümkün.

Ekoloji Mücadelesi Sınıf Mücadelesinin Bir Parçasıdır.

Yaşamın her alanına saldırılar çığ gibi büyüyor. Siyasi iktidarın tam desteğini alan şirketler, doğa talanını, yönetimleri de arkasına alarak acımasızca yürütüyor. Hukuk ayaklar altında. Yaşam savunucularının kazandığı her dava, arkadan dolanarak işlevsiz hale getiriliyor. Bugüne kadar, yurdun her köşesinde yürütülen mücadeleler gösterdi ki sadece yerel mücadeleler yeterli olamıyor. Sermayenin gücü karşısında küçük kazanımlar dışında yeterli bir direnç gösterilemiyor. Öyleyse bir araya gelip, mücadelelerin kalıcı çözümler sağlayabilmesi için bundan sonra nasıl mücadele edilmesi gerektiğini, güçlerimizi nasıl birleştirebileceğimizi, bunun için neler yapabileceğimizi konuşup, tartışmamızın zamanı geldi. Ekoloji mücadelesinin sınıf mücadelesinin bir parçası olduğu ve ülkedeki, emek, demokrasi, barış, ekolojik haklar temelli mücadeleden bağımsız olamayacağını düşünüyorum.

Sinop- Kayhan Konukçu

Sinop’ta şu anda Sinop Nükleer Karşıtı Platform olarak Nükleer Güç Santraline karşı mücadele yürütüyoruz. Platform olarak N.G. Santraline açmış olduğumuz ÇED iptal davası Samsun 3. Bölge İdare Mahkemesince reddedildi. Bizde Danıştay’a itirazımızı yaptık. Hukuksal mücadelemiz sürüyor. Yerel bileşenlerimiz, EMO ve NKP Türkiye ile birlikte iletişim halinde,ulusal ve uluslararası mücadelemizde sürüyor.

Ayrıca yine Sinop Emek Barış ve Demokrasi Platformu ile birlikte Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile TOKİ’nin ortaklaşa Millet Bahçesi adı altında yürüttüğü Kent Meydan projesine karşı da bir mücadele yürütüyoruz. Çünkü bu meydanda yeşil alan yerine ciddi bir betonlaşma yapılıyor. Bu nedenle yaklaşık 3 aydır bir şantiye görünümündeki Uğur Mumcu Meydanında 20 gündür 17.00 – 19.00 saatleri arasında oturma eylemi sürdürüyoruz.

Uşak- Funda Öz Akçura

2017’de Murat Dağı Karaağaç altın madenine karşı mücadele için yola çıkarken, Kışladağ altın madenine karşı verilen ve kaybedilen mücadele hâlâ belleklerde tazeydi.Bu yenilgiden “ne yapmamalıyız” dersini çıkardık.Yol haritamızı Haziran fikriyatı belirledi: Çözümü dayatmak yerine, dernek, oda, STK ve şahısları dolaşarak “suyumuz elden gidecek, ne yapabiliriz, bir araya gelelim, birlikte çözüm bulalım” dedik.Yani önce altın madeninin yaratacağı yıkımı somutlaştırdık. Geçimini topraktan sağlayan köylü ile şehirliyi kader ortağı yaptık.Ardından örgütlenme şeklinin nasıl olması gerektiğini sorduk. Yanıtını bulmak için herkesin davetli olduğu bir toplantı düzenledik.Temsiliyetin şahıslar değil, kurumlar üzerinden yapıldığı, ben de varım diyen tüm meslek odaları ve çevre dernekleri ile Baro’nun koordinasyon kurulunu oluşturduğu Murat Dağı Yok Olmasın Platformu’nu bu şekilde hep birlikte oluşturduk ve adını dahi 150 kişilik toplantıda hep birlikte belirledik.Başarı da olası yenilgi de hepimizin olmalı, eşitler arası bir ilişki yürütülmeli diyerek başkanlık istemedik ve bir sözcü belirledik.Ardından imza kampanyaları, piknik, panel, köy toplantıları ve konserlerle Murat Dağı’nı ülke gündemine sokmayı başardık.

Sadece Uşak ile sınırlı kalan mücadele yetmeyecekti. Bu amaçla Kütahya, Eskişehir, Denizli’de, çevre dernekleri ve meslek odalarının bir araya geldiği tanışma ve derdimizin ortak olduğunu anlattığımız toplantılar yaptık.

2018’de Eskişehir’de birbirinden habersiz çalışan dernekleri ve meslek odalarını tanıştırıp Büyükşehir belediyesi ile ortaklaşmalarını sağladık.

2019’da Denizli’de; Aydın, Denizli, Muğla, Afyon Dinar ve Uşak’ın bir araya geldiği toplantıları başlattık ve “tek tek hiçbir şeyiz, ama bir arada muhteşemiz” şiarıyla Menderes İnisiyatifi’nin kurulmasının fikir analığını yapıp yürütmesinde yer aldık.

Bu sayede süreci “Haklısınız, ama o madeni açarlar” cümlesinden; AKP’li Uşak ve Gediz, MHP’li Kütahya ile İzmir ve Eskişehir büyükşehir belediyelerini Bakanlığa karşı yan yana davacı yaptığımız, 60’a yakın muhtar, köy, çevre derneği ve kişinin dava açıp kazandığı bölgesel bir direnişe dönüştürmeyi başardık Murat Dağı Yok Olmasın Platformu olarak.Toplumsal kamplaşmanın ayyuka çıktığı dönemde siyasi ve dini aidiyetleri, yaşam şekilleri birbirine zıt binlerce insanın omuz omuza mücadele verdiği bir örgütlenme yarattık.Karşılığında belki de bir ilki başararak, bir altın madenini tek bir çivi çakılmadan, açılmadan kapattırdık.

Ekoloji mücadelesine Kütahya Eğrigöz altın madeni üzerinden Zenit Madenciliğe ve Uşak’ta Comburt Nikel madeni üzerinden Zorlu Enerji’ye karşı ve bölgesel bazda “kamucu su yasası” talebiyle devam ediyoruz.

Samsun- Gökhan Törener

Kıyısından ovalarına, dağlarından şehir merkezine kadar yağmaya talana ranta açılmış bir şehir Samsun. Kent bilimcilerin tüm uyarılarına rağmen AKP'li belediye başkanlarının lego gibi oynadığı şehirler arası yol kavşakları ve geçmişin mirasını silmek istercesine bir bir ortadan kaldırılan kentin kartpostallık alanları ilk tepki çekenlerden.

Binlerce yılda oluşan alüvyal tarım arazisi Çarşamba ovasını oldu bittiye getirerek bir de sözde yenilebilir biyokütle belası sarıldı kentin başına.Yöre halkının ve kentin bilim insanlarının açtığı davalarda bu zararlı tesis hakkında yapılan keşifler sonucunda yürütmeyi durdurma kararı verildi. Ancak AKP-sermaye ilişkisi burada da devreye girdi. Samsun 3. bölge idare mahkemesinin verdiği karar Danıştay 6.dairesi tarafından bozularak yeni bir heyetle incelenmesi gerektiği söylendi.Yeni gelen heyet sonrasında karar yine yöre halkını sevindirecek şekilde çıktı ama maalesef yerel yöneticiler kararı uygulamada geciktiler. Sonra yine aynı döngü üst mahkeme kararı yine bozdu yine bilirkişi heyeti istedi.Yöre halkı yeni atanacak heyeti ve keşif tarihini aylardır bekliyor. Bu süreçte ise zararlı tesis faaliyetini devam ettirdi. Hem günde 1.500 ton metreküp suyu yer altından alarak köylülerin sulama suyunu kuyu izni olmadan tüketti. Hem de izinsiz kazılarla köylerin elektrik ve internet kablolarını kopardı.

Bir başka ilçede ise orman arazisinin kesilerek sözde yeni bir bitki türünün geliştirileceği fakat bu işin de AKP ilçe başkanına verildiği söylentisi "AKP biyokütle için yakıt mı topluyor" sorusunu akıllara getirdi. Yapılan tüm kamulaştırma çabalarına, sözde çevreci gibi görünen yerel yöneticilere karşı halk mücadeleden vazgeçmiyor. Kızılırmak’ın yeşerttiği Bafra ovasından Yeşilırmak’ın beslediği Çarşamba topraklarına, doldurularak imara açılan sahillerinden yabancı şirketlere ve onların yerli işbirlikçilerine peşkeş çekilen Canik ve Şahin dağlarına kadar halk ovasını,toprağını, denizini savunuyor. Yaşam alanlarını bir avuç sermayedara da bırakmama konusunda kararlılar. Bizler de SOL Parti olarak bu mücadelede hepbirlikte sermayeye karşı kentimizi savunmayı sürdüreceğiz.