İktidar eleştirisinde sermayeden medet umanlar iyice anlamalıdır ki piyasanın adaletine mahkûmdurlar

Sermayeden medet umanlar piyasanın adaletine mahkûmdur

Koray R. Yılmaz

Türkiye’de döviz kurlarının yükselmesini iki tepkiyle karşıladık. Birincisi bunun kabaca dış güçlerin (burada ABD) oyunu, daha inceltilmiş bir şekilde ise Türkiye’ye karşı bir döviz spekülasyonu olduğunu, sorunun kaynağının ekonomik değil siyasi olduğunu vurguladı. Özellikle hükümet, bakanlar ve yandaşlar sanki ülke yıllarca sıcak para girişine dayalı olarak büyümemiş gibi sıcak paraya karşı “finansal milliyetçilik” olarak tabir edebileceğimiz bir söylemle kitleleri konsolide etmeye çalıştı ve büyük ölçüde de başarılı oldu. Diğer bir deyişle sıcak para girerken “finansal küreselci” olanlar sıcak para çıkarken “finansal milliyetçi” oldular.

Diğer cephede çubuğu ekonomiye bükenler vardı. Özellikle özel sektörün borçluluğuna ve ekonominin genel olarak iktisadi kırılganlığına vurgu yaparak konuyu tartışmaya çalıştılar. İlk yaklaşım ekonomide bir sorun yokmuş, tüm sorun siyaset kaynaklıymış algısı oluştururken, ikinci yaklaşım ise sanki meselenin siyasi hiçbir boyutu yokmuş ve tüm sorun iktisadiymiş gibi davrandı. Hal böyle olunca kurun hızlıca düşmesi hükümetin siyasete vurgu yapan söylemini güçlendirdi ve muhalif kimlikli yaklaşımları bu olgu özelinde bir ölçüde açığa düşürdü.

Soruna siyaset ile iktisadı ilişkilendirerek yaklaşmaya çalışanlar ise genellikle ülkedeki demokrasi açığı ya da yönetim tarzının verili şekilde olduğu koşullarda Türkiye’ye sermaye gelmeyeceğini ve bu sürecin de ekonomi üzerinde olumsuz etkisi olacağını vurguladılar. Bu yaklaşım genel olarak liberallerin siyaseti ekonomi ile terbiye etme geleneğinin bir parçası, özel olarak ise otoriter yönetimin uluslararası sermaye sopası ile yola getirilme politikasının bir bileşeni görünümündeydi. Türkiye’de liberal ve sol liberal çevrelerde böylesi bir yaklaşımın hâkim olduğu iyi bilinir ama uluslararası sermayenin bu beklentiye ne dediği pek de tartışılmaz. Buyurun bu kısa yazıda iki örnek üzerinden uluslararası sermayenin bu beklentiye nasıl yanıt verdiğine biraz yakından bakalım.

sermayeden-medet-umanlar-piyasanin-adaletine-mahkûmdur-539950-1.



Grafikten de görüleceği üzere USD/TL kurunda 2003-2013 arasında görülen nispi istikrar 2013 sonrası bozulmuş, bu bozulma 2018 yılı içerisinde ise oldukça çarpıcı bir hızla yaşanmıştır. Yukarıdaki tartışmalara kaynaklık eden bu bozulmayı işaret eden en çarpıcı veri Ocak 2018’de ortalama 3,775 olan dolar kurunun, Eylül 2018’de ortalama 6,345 olmasıdır. Bu yüksek artışın da özellikle Ağustos ayı içinde gerçekleştiğini belirtmek önemli. Kurun 7 TL’yi geçtiğini – ve her ne hikmetse vatanını en çok sevenlerin dolarlarını bu kurdan TL’ye çevirdiklerini – hepimiz biliyoruz.

Gelelim 20 Eylül gününe, bugünün özelliği YEP yani Yeni Ekonomi Programı’nın Hazine ve Maliye Bakanı tarafından açıklanmasıydı. Beklenti büyüktü. Merak edilen şey ise piyasaların bu yeni programa ne tepki vereceğiydi. Ve görüldü ki piyasalar YEP’e pek prim vermedi. Her şeye anında tepki veren piyasa ne o gün ne de ertesi gün YEP’e olumlu bir tepki vermedi. 20 Eylül günü 6,27 olan dolar kuru 21 Eylül’de de 6,27 olarak izlendi. 22 ve 23 Eylül hafta sonu tatiliydi.
Piyasalar da tatildi. Ancak 23 Eylül Pazar günü Wall Street gazetesinde bir haber çıktı. Haberde kabaca, Türk yetkililerle anlaşıldığı ve Rahip Brunson’un serbest bırakılacağı bilgisi paylaşıldı. 24 Eylül’den itibaren kur tablosu aşağıdaki gibi oldu. Ekim sonrasından günümüze kadar bu azalma süreci devam etti. Bugünlerde 5,20’nin altında seyrediyor.

sermayeden-medet-umanlar-piyasanin-adaletine-mahkûmdur-539951-1.

Anlaşılan YEP’ten ziyade piyasalar Brunson’un iadesini olumlu karşılamıştı. Yaygın kanıya göre hukuki olmaktan ziyade siyasi nitelikte olan Brunson’un tutuklanma-serbest bırakılma sürecinde biz piyasanın, “evrensel” hukukla çelişen bir adaleti olduğuna şahit olduk.

İkinci örnek ise Selahattin Demirtaş’la ilgili. Bilindiği üzere 20 Kasım 2018 günü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Demirtaş’ın serbest bırakılıp tutuksuz yargılanması yönünde bir karar aldı. Aynı gün Cumhurbaşkanı “Bizi bağlamaz. Karşı hamlemizi yapar, işi bitiririz” dedi. 20 Kasım’da dolar kuru 5,332 idi 21 Kasım’da 5,355’e hafifçe yükseldi 22 Kasım’da 5,308 ve devam eden süreçte 5,20’nin altına geriledi.

Anlaşılan o ki piyasalar Demirtaş kararı sonrası süreci pek de sorun yapmadı. Hâlbuki “Akit devletler, taraf oldukları davalarda Mahkemenin nihai kararına uymayı taahhüt etmişler(di)”.

Brunson örneğinde, üzerinde çokça soru işareti olan bir süreçle serbest bırakılan bir kişinin serbest bırakılma kararına piyasanın verdiği tepki ile AİHM’nin açık kararına karşı verilen tepkiye piyasanın verdiği tepkiyi karşılaştırmak liberal, sol liberal dünya için üzerinde iyice düşünülmesi gereken bir örnek olmalı. Belki böylece Demirtaş kararı sonrası sürece ilişkin eleştiri yaparken “Acaba Alman firmaları, AİHM kararlarını tanımayan bir iktidarın ülkesine yatırım yapmak veya yatırımlarını korumak ister mi?” diye sorma naifliğini göstermezler. Sanıyorum evet. Yapmak isterler. Zira kapitalizmde hukuk türev, kâr ise asıldır. Hukuksuzluk kârlılığın önünde engel değilse büyük de bir sorun değildir.

Kurun yükselmesinin nedenine yönelik tartışmaya dönersek, bu tartışmanın kısır bir biçimde yürütüldüğünün söylenmesi gerekir. Zira sermaye hareketlerinin serbest olduğu gelişmekte olan ülkelerde siyaset iktisadi süreçlerin belirlenmesinde her zaman fonksiyonun bir parametresidir. Ama hangi siyasetin ne sonuç vereceği anlaşılıyor ki piyasanın adaletine kalmıştır.

İktidar eleştirisinde sermayeden medet umanlar iyice anlamalıdır ki piyasanın adaletine mahkûmdurlar.