Türkiye’nin emekçi sınıfları 12 Eylül’den sonra belki de en ağır, en zorlu günleri yaşıyor. 24 Ocak kararlarını hayata geçiren askeri cunta, yeni bir sermaye birikim stratejisinin önünü açmıştı. Çalışanların kazanımları törpülenmiş, yeni zenginlerin türemesine zemin hazırlanmıştı. Aradan geçen 40 küsur yılda özelleştirmeler, taşeronlaşma, emeklilik yaşının yükseltilmesi vb. derken tüm sektörlerde emekçilerin hak kayıpları sıradanlaştı, işçi sınıfı büyük bir dönüşüm geçirirken devrimci emek örgütlenmeleri zayıfladı. Her kriz, her kemer sıkma dönemi ücretlilerin üzerindeki yükü daha da artırdı. Mevcut iktidar ise özellikle 2010 referandumu sonrasında neoliberal politikaları en uç noktaya taşıdı, tahribatı ise popülist-muhafazakâr bir söylemle örtmeyi denedi.


Bakmayın “bizi dinlemediler de böyle oldu” diyen Babacan gibilerine, AKP’nin “altın çağı” olarak adlandırılan dönemde uygulanan ekonomi politikaları bugünkü krize giden taşları döşedi. 2015’te yeniden organize olan iktidar bloku, krizi aşmak için onlarca yol denedi; ancak hiçbirinde başarılı olamadı. Şimdilerde küresel tedarik zincirlerinde kendilerine elverişli konum bulabilmek adına bilhassa sabit gelirlileri hızla yoksullaştırarak yeni bir “çıkış” arıyorlar. Asgari ücretle çalışanların, tüm ücretlilerin en yüksek oranını oluşturduğu Türkiye’de, geniş emekçi kesimler için “tek ücret” politikasının zeminini hazırlıyorlar. Düzenleme bu haliyle uygulamaya geçerse asgari ücretlilerin sayısında yeni bir patlama yaşanması kaçınılmaz.

BELİRSİZLİK ARTIYOR

TL’nin bilinçli bir biçimde değersizleştirilmesi, kurda yaşanan oynaklık ile el ele gittiğinden belirsizlik derinleşiyor. Bu belirsizlik farklı gelir gruplarının davranışlarını doğrudan etkiliyor. Bir yanda üst-orta gelir grubu lüks tüketimi artırırken orta gelir grubu tüketimi kısıyor. Alt gelir grupları ise temel ihtiyaç maddelerini dahi karşılayamaz duruma geliyor. Kriz derinleştikçe artan çaresizlik hissi ve öfke kimi zaman “kabuğuna çekilmeye” kimi zaman da kendinden daha dezavantajlı olan toplumsal kesimleri suçlamaya varıyor. İktidar öfkenin kendisine yönelmemesi için günah keçileri bulmaya, toplumu birbirine düşürmeye devam ediyor.

“Geçinemiyoruz” diye feryat eden insanları politikleştirmek, dönüştürücü potansiyelin ortaya çıkmasını sağlamak, alla Turca neoliberalizme alternatif kamucu bir ekonomi politikası formüle etmek muhalefetin işi. Ancak bu konuda meclis muhalefetinin başarılı olduğunu söylemek çok kolay değil. Çünkü muhalefete akıl hocalığı yapanlar nasıl laiklik denirse muhafazakârların ürkeceğini düşünüyorlarsa, halkçı ekonomi denirse de muhalefetin “merkez sağ” seçmenin desteğini yitireceğini iddia ediyorlar.

Meclis muhalefeti, iktidarın tercihlerini salt “iş bilmezlik”, “liyakatsizlik” olarak yaftalayarak onun zayıflayan hegemonyasını yeniden kurma taktiğini hafife alıyor. Hal böyle olunca da, şimdilerde homurdanan “iş dünyasına” seslenmeyi, piyasanın “rasyonalitesine” işaret etmeyi, sermayenin “aklına” sığınmayı muhalif bir siyaset zannediyor. O “aklın” 20 yıldır mevcut iktidarı nasıl büyüttüğü unutuluyor. Kârını katlayan sermaye gruplarının belleğimize kazınan şuh kahkahaları sineye çekiliyor. “İktisat biliminin kurallarına dönülmeli” diyen patronların, piyasadaki belirsizlik giderilse, iktidarın “tek ücret” politikasının en büyük destekçisi olacakları gerçeği es geçiliyor. Bize bir güçlendirilmiş parlamenter sistem bir de “Derviş” lazım diyerek ortada dolaşanlar halkın taleplerini siyasetin vasatına, piyasanın insafına terk etmeye ikna olmuş gibiler.

KRİZ MASASI

Bu yüzden Türkiye’nin meclis muhalefetinin ötesinde refleksleri ve birikimi olan sol siyasetine şimdi her zamankinden fazla ihtiyaç var. Sol/sosyalist güçler inşa etmeyi hedefledikleri sosyalist odağı bir “kriz masasına” çevirmek ve krizden emekçi sınıflar lehine çıkışın yol haritasını belirlemek mecburiyetinde. Kriz masası demokratik kitle örgütlerinin aktif katılımıyla genişlemeli ve acil talepleri en yalın biçimiyle formüle etmeli. Bu talepleri yine en geniş halk kesimlerine ulaştıracak araçları belirlemeli. Bir başka ifadeyle iktidarın fiili OHAL’ine karşı emeğin sürekli OHAL’ini ilan ederek gündemi doğrudan belirleyebilmeli.
Ortak eylemliliğin yarattığı ivme, sandığı gören ama onu aşan bir politik iradenin şekillenmesini kolaylaştıracak. Böylece kim, kimle nasıl seçim ittifakı yapacak gibi tartışmaların ötesine geçerek uzun erimli bir sol/sosyalist odağın inşası mümkün olabilecek.