Türkiye dünden bugüne çok ekonomik kriz yaşadı, çok tökezledi ama hiçbirinde kriz bu kadar “ben geliyorum” demedi. İktidar kapıya dayanan felaketin boyutundan elbette haberdardı. Baskın seçim kararının arkasında da bu ‘haberdar olma’ durumu yatıyordu. TL’nin eridiği, işletmelerin iflas noktasına geldiği bir dönemde tek adam rejiminin ülkeyi kurtaracağına halkı kimse ikna edemezdi. Ne yaptılar ne ettiler, henüz bıçak kemiğe dayanmamışken seçimi yapıp rejimi değiştirdiler.

Bazıları seçim öncesinde gelecek krize işaret edip “bırakıp kaçacaklar” diye yazıyordu. O gün de söyledik iktidarda kalmak Erdoğan için bir varlık-yokluk meselesidir, bırakmaz dedik. 24 Haziran gecesi “adam kazandı” açıklamasına feveran etmemizin nedeni bu kabullenmenin yol açacağı sonuçları tahmin etmemizdi. Rejim bir kez değişip Saray oligarşisi sisteme çökünce egemen güçlerin yaşanan krizi şirket-devlet inşası için yeni bir fırsata çevirecekleri aşikârdı.

Yıllardır “Türkiye yönetilemiyor” ezberinden bir adım öteye geçemeyen muhalefet iç sorunlarıyla uğraşırken Trump’ın tetiklemesiyle kriz erken patladı. Ve bir kez daha CHP’si, HDP’si, İyi Parti’si sanki kriz beklenmiyormuşçasına ofsaytta yakalandı. Yurttaşlar panik halindeyken, muhalefet Erdoğan’a ve sermayeye hitap etmekten yüzünü emekçilere dönemiyor. Hala “ama yabancı yatırımcı demokrasi ister, hukuk ister” seviyesinde gezinip parti içinde köşe kapmaca oynuyorlar. Ortalama kişi başına gelir Kazakistan seviyesine inmiş, TL yılın en çok değer kaybeden parası olmuş, nitelikli iş gücünün geliri Avrupa’da asgari ücretin seviyesine inmiş; hal böyleyken kimin umurunda sizin MYK değişikliğiniz, yerel seçim planınız? İktidar medyasının ağzına sakız olmaktan başka ne yapıyorsunuz?

ABD’nin sopa göstermesiyle kriz tamamen Trump’ın ‘çılgınlığına’ bağlandı. Halbuki nasıl Cihan Harbi Avusturya-Macaristan veliahdı öldürüldü diye çıkmadıysa, nasıl 2001 krizinin nedeni Sezer’in anayasa kitapçığı fırlatması değilse bugün yaşadığımız krizin nedeni de rahip pazarlığı değil. Ekonomide izlenen yanlış politikalar, kamu kaynaklarının tasfiyesi, yandaşları iflastan kurtarma operasyonları, 15 Temmuz sonrasında ‘aman iktidar çökmesin’ diye piyasaya akıtılan paralar ve daha nicesi ekonomik iflasın gerçek sebepleri. Krizin elbette siyasi nedenleri de var ama onlar da iktidarın başımıza açtığı dertlerden kaynaklanıyor. Emperyalizmiyle kurulan inişli çıkışlı ilişki, alt-emperyal güç olma sevdasına Ortadoğu’daki savaşa müdahil olma, egemen güçler arasında taviz üzerine kurulan pazarlıklar... Şimdi kim bunları unutun, rehin krizine bakın diyorsa alenen yalan söylüyor, muhalifim adına iktidar borazanlığı yapıyor.

Krize karşı “milli mutabakat” diyenler, hükümete güven açıklayanlar, krizin asıl vurduğu geniş halk kitlelerine karşı iktidar-sermaye koalisyonundan yana taraf tutanlar. Seçim öncesinden bu yana yapısal reform diyen sermaye krizden nemalanmayı iyi biliyor. Damadın son gece hazırlanmış ödev sunumunu andıran performansına övgü düzen TÜSİAD öyle zannedildiği gibi bunu teslimiyetten değil çıkarına uygun gördüğünden yapıyor. AKP ile servetine servet katan sermayenin, hukuk devleti ve demokrasi çıkışlarının makyajdan başka bir şey ifade etmediğini muhalefet anlayana kadar iş işten geçecek. Seçim öncesi ziyaret ettikleri, destek bekledikleri laik sermaye bu işte! Kendi sınıfının yanında, sıkışan iktidarla daha “eşit” bir ilişki kurmanın keyfinde...

‘Ekonomik kriz iktidarı götürür’ diye bekleyenler ile ‘hele bir IMF kapısına gidilsin o zaman nasıl olsa demokratikleşme adımı atmak zorunda kalacaklar’ diyenler aynı masalı anlatıyorlar. Finans kapitalin merkezlerinden medet ummak ya da oturduğu yerden bu rejimin yıkılmasını beklemek muhalefet de siyaset de değildir. En az milli mutabakat korosuna katılmak kadar tarihi bir yanlıştır.

Krizin emekçilere fatura edilmesini önlemek muhalefetin boynunun borcu. Yoksa o krizin altında iktidar değil AKP’lisi, CHP’lisi, beyaz-mavi yakalısı tüm ücretli çalışanlar kalacak. Bu haliyle CHP’nin, HDP’nin ekonomik bir direniş hattı oluşturamayacağı ortada olduğuna göre öncü rol parlamento dışı muhalefete düşüyor. Merkez Bankası bağımsız olsun, damat istifa etsin gibi içi boş öneriler yerine sorunun kaynağına işaret eden talepleri kitleselleştirmek sol/sosyalist muhalefetin sorumluluğu. Kem küm etmeden bu rant rejimi yıkılmalı diyerek adını koymakla işe başlamalı, iktidarın hamaset perdesini yırtıp ekonomik krize karşı çözüm önerilerinin doğrudan emekçiyle, gençlerle, emeklilerle tartışılması sürecinin örgütlenmesi için adım atılmalı. En acil gündem kitlesel işten çıkarmalara ve kriz bahanesiyle artacak uzun çalışma koşullarına karşı bariyer kurmak... Çözüm Meclis’te değil fabrikada, atölyede, mahallede!