Bugün geldiğimiz noktada başka bir kırılmanın ortasındayız. 7 Haziran sonrası süreci, 15 Temmuz, hâlâ fiilen süren OHAL rejimi, ekonomik olarak sınanmaya başlandı. Erdoğan hegemonyasını kaybetme noktasında.

Sermayenin temsil krizi

Hakkı Özdal

Erbakan’ın TOBB başkanlığına seçildiği 1969 yılı zeminde yatan bir çatışmanın yüzeye yansımasıydı. KOBİ’lerin, Anadolu sermayesinin temsilcisi olarak seçildiği zaman Demirel tarafından uzaklaştırılmıştı. TOBB’daki yenilgiden sonra bu sermaye fraksiyonu bir siyasi harekete dönüşmüştür. Refah Partisi’yle daha geniş bir leke yaratan hareket sonrasında AKP’ye dönüşerek son 20 yılı dönüştürmüştür. 12 Mart darbesiyle sonuçlanan süreç egemen sınıf olan sanayi sürecinin tekelcileştiği fakat bir yandan da büyük halk muhalefeti ile karşı karşıya olduğu bir dönemdir. Bu krizi burjuva siyaseti çözemeyince 12 Mart ile aşılmaya çalışılmıştır.


Bir başka benzer durum 1977’de ortaya çıkmıştır. Giderek siyasal taleplerle gelişen grevlerle sol siyasete dahil olmuş, iki büyük burjuva partisi olan AP ve CHP çözemeyince bu sorun 12 Eylül ile çözülmeye çalışılmıştır. Dinsel söylemin siyasallaşmasının bir devlet ideolojisine dönüşmesi de bu süreçte olmuştur.

"Özal'ı istiyoruz"

Vehbi Koç, darbe sonrası Kenan Evren’e yazdığı mektupta “Takunyalı laflarına takılmayın, biz Özal’ı istiyoruz” demişti. Bu cümle siyasi dönüşümü de özetliyor. 1983’te kurduğu parti iktidar olduğunda etrafında siyasal İslam’ın önemli temsilcileri vardır. Orada burjuvazinin iki projesi birlikte yürür. Hem emeğin siyasal güç olarak ezilmesi hem de aynı anda ücretlerin geriletilmesi. İkincisi de kamusal varlıkların özelleştirme başta olmak üzere çeşitli yollarla tasfiyesi. Türkiye kapitalizminin uluslararası neoliberal denkleme göbekten bağlanma sürecinin projelendirmesidir. Fakat 60’lar ve 70’ler sonunda olduğu gibi 80’ler sonrasında da bir kriz çıkıyor. Emekçi sınıfının kamu iktisadi teşkilatlarında örgütlü kesiminin, ücretlerdeki erime başta olmak üzere bir kez daha siyaset içerisine girme süreci başlıyor 89 bahar eylemlilikleriyle. 88 ve 89 arasında yeni bir hegemonya krizi yaşıyor burjuvazi, Özal iktidarının toplumu ikna edememesiyle. 1991 seçimleriyle yeni bir süreç başlıyor ancak yeni bir siyasi unsur ortaya çıkmadığı için burjuvazi kendi sandığından Demirel’i çıkardı. Ancak bu kez yalnız değildi, SHP de işçi sınıfının güçlü direnişinin bir sonucu olarak 91’de dahil oldu.

İslamcılığın iktidar yürüyüşü

97-98 yılları Türkiye’de siyasal İslamcılık olarak kodlayabileceğimiz, büyükşehir belediyelerini almış, birinci parti pozisyonunu alabilmiş bir krizdir. Türkiye’de büyük sermayenin henüz bu sürece hazırlıklı olmadığı tespitinin sonucu bir askeri direnç olarak 28 Şubat’tır. Burjuvazi Kopenhag süreci gibi birçok Batı entegrasyonuna dayalı dönüşüm beklerken Erbakan’ın D8 gibi hayaller öne sürmesi aynı zamanda sonu oldu.

Fazilet Partisi içerisinde aksakallılar ve yenilikçiler, Erbakanlar ve Erdoğanlar arasındaki kırılma sadece bir gelenekçilik, yenilikçilik değildi. Erdoğanlar büyük sermaye yönünde bir pozisyon aldı. Bu pozisyon alışın karşılığı hem örgütlenmeleri dağılmış emekçiler üzerinden İslamcı hegemonya ile sağlanan rıza hem de burjuvazinin yağmasını sağlayışına dönüştü.

Ardından Ergenekon, Balyoz gibi operasyonlarda sermaye seyirci kalmayı tercih etmiştir. Asıl olarak 2010 itibarıyla Erdoğan sermaye kesimini bir siyasal pozisyon almaya zorladı. TÜSİAD bunu reddetti. 2011 seçim zaferi bu tartışmayı sandık zoruyla ötelemiş görüldü. Ancak yine paradoksal görünmekle birlikte en güçlü olduğu an en kırılgan anına dönüştü. Başta birlikte operasyon düzenledi Gülencilerle krizler yaşamaya başladı.

Ayrıcalıkları kaybetme endişesi

Bugün geldiğimiz noktada başka bir kırılmanın ortasındayız. 7 Haziran sonrası süreci, 15 Temmuz, hâlâ fiilen süren OHAL rejimi, ekonomik olarak sınanmaya başlandı. Erdoğan kendisini neredeyse yüzde 50 oranında oylarla iktidarda tutan hegemonyasını kaybetme noktasına geldi. Bugün ortaya çıkan tabloda büyük sermayenin bir projesi var, bu da Erdoğan ile sürdürülebilir görünmüyor. İkiz dönüşüm diye formüle ettiği, iktisadi projeler ve bunu sağlayacak bir siyasal dönüşüm projesine sahip. Bunun karşısında Erdoğan ve onun inadı olarak görülen düşük faiz, istihdam diye bahsettiği dayanıklılığı şüpheli bir proje var. İslami sermaye ile geleneksel sermayenin Erdoğan’ın 2002’de yaptığı gibi bugün artık birlikte yürüyemediği bir sürece girdik.

Endişeli muhafazakâr diye bahsedilen meselenin kendisi de AKP’nin verdiği ekonomik siyasal ayrıcalıkları kaybetme endişesidir. Başörtüyle okula gidebilme değil, maddi kazançlar meselesidir. Enes Kara’nın ardından yürütülen tartışmalar, Davutoğlu’nun yeni bir ittifak söylemi, Babacan’ın kendisini endişeli muhafazakâr sözcüsü ilan etmesi de aslında bu gerilimin bir sonucu.