Yeni yılın başında ülkemizde vizyona giren filmleri ve serpme kahvaltılar arasında ilginç bir ilişki kurabiliriz. “Serpme kahvaltı” mefhumu bu konuda iyi bir metafor olabilir. Kaotik ve genelde nitelikten yoksun bir çokluğun net bir metaforu.

Serpme kahvaltı

Murat Tırpan

2020’de vizyona giren filmlere baktığımda aklıma serpme kahvaltılar geldi. Ne alaka demeyin, serpme kahvaltı bu konuda iyi bir metafor olabilir. Kaotik ve genelde nitelikten yoksun çokluğun net bir metaforu.

Ülkemizde bir on yıl kadar önce popüler hale gelmeye başlayan 'serpme kahvaltı' dediğimiz bu ritüelin özelliği nedir? Elbette masadaki tabak sayısının çok olmasıdır, ne kadar çok seçenek, o kadar iyidir! Hiç unutmuyorum, bundan birkaç yıl önce Van’a kısa film festivali için gittiğimde bizi göl kenarında bir serpme kahvaltıcıya götürmüşlerdi. 2014’te 'Dünyanın en kalabalık kahvaltı sofrası etkinliği'ni yaparak Guinness Rekorlar Kitabı’na bile girmiş bu şehrin insanları sanki “Sizin İstanbul’da yaptığınız kahvaltılar hiçbir şey değil, bir de burada görün” demeye çalışıyorlardı. Düşünüyorum da 'Van Kahvaltısı' da denilen o kahvaltıdan aklımda yediklerimin lezzeti değil, sadece her şeyin ne kadar çok olduğu kalmış. Bu kahvaltı türünün tek hikmeti fazlasıyla kalabalık olmasıdır. Söylediğim gibi artık her yerde bulunabilen mekânlarda bin bir çabayla yerleştiğiniz masanıza garson tarafından 8-10 çeşit -iddialılarda 15’e-20’ye kadar varır bu- kahvaltılık ‘serpiliverir.’ Serpmek kelimesi akla elbette özensizliği de getirir, masaya gelen tabaklar öylece bırakılır, ne yiyeceğinizi şaşırır kalırsınız. Genelde de hızlı olan kazanır.


Yeni yılın başında sinemalarımızdaki vizyon filmleri tıpkı serpme kahvaltılarda olduğu gibi kalabalıkla malul. Daha ayın bitmesine bir haftamız kalmasına rağmen -bu hafta dahil- vizyona tam 27 film girmiş görünüyor. İşin kötüsü bu filmler arasında birkaç tane kalburüstü film sayabiliriz ancak. Tıpkı serpme kahvaltılarda olduğu gibi nitelik değil nicelik, çokluk öne çıkmış durumda. Pedagojik niteliği şüpheli çocuk filmlerinden (Kirpi Saksağan) üçüncü sınıf gerilimlere (İstasyon), cinli filmlerimizin yeni bir örneğinden (Cin Bebek) manasız yeniden yapım müzikallere (Cats), düşük profilli komedi örneklerinden (Laz Kit) uzak doğu aksiyonlarına (IP Man 4), hacker filmlerine, dizi uyarlamalarına, milliyetçi-muhafazakâr dönem filmi Türkler Geliyor’a kadar her telden film mevcut. Bu bolluğun hiçbir mantığı da yok, tutar diye düşünülen her şey var sofrada, Oscar filmleri de en niteliksiz komediler de. Bu çokluk, ilginç bir çağrışımla Hegel’in Parmenides’ten öncesini tanımlayış şeklini getiriyor aklıma. Filozof o zamana kadarki kültürü içsel bakımdan doğru düzgün kavramsal eklemlenişi olmayan kaotik bir çokluk dönemi olarak tanımlamıştı. Mesela diyordu, nesnelerin (tanrılar, hayvanlar, simgeler, vs.) keyfi bir şekilde harmanlandığı Hint Mitolojisi bunun iyi bir örneğidir; her şey çoktur ve çok kaotiktir.
serpme-kahvalti-677063-1.
Bu kaotik sofrada kimse ağzının tadına varamıyor, bunu yapmak isteyenler zaten serpme kahvaltı yemeye gitmiyorlar. Bu tür bir çokluğun olduğu yerde dikkatli olmak gerek. Psikanalizden ilerlersek, mesela Freud’a göre, bir rüyadaki fallus çokluğu daima tam tersine, hadıma işaret eder: Çokluk gelip mevcut olmayanın boşluğunu, eksikliğini doldurur. Bu yüzden çokluk yokluğun/namevcutluğun işaretidir. Yine bu çokluk sayesinde -benzetmemizi sürdürürsek- sofrada olmayanın, kaliteli bir tulum peynirinin ya da iyi bir bağımsız filmin mevcudiyetini hatırlayabiliriz. Alan Badiou’dan alıntılarsak, “Eğer bir çokluk dünyanın içinde görünüyorsa, bu çokluğun bir unsuru ve tek unsuru, bu dünyanın bir namevcutudur.” Bir 'mevcut-olmayan', dünyanın parçası olan, ama ona asgari bir yoğunluk derecesiyle katılan bir unsurdur; yani, bu dünyanın (sofranın/vizyonun) transandantal yapısı onu 'görünmez' kılar. Marx’ın proletarya kavramı da böyledir, proletarya mevcut toplumun ufku içinde kendi işlevi bakımından görünmezdir. Ama kapitalist çokluk içerisinde asıl gerekli olandır. Elbette bu namevcut, elbette aslında tüm dünyanın 'olay yeri'dir.

Bu anlamda çokluğun negatifliği içerisinde önemli olanları, değişimin gerçek potansiyeli olanları fark edebilir ve özleyebiliriz. Sinema üzerinden devam edelim, örneğin cuma günü vizyona girmesi beklenen Can Evrenol’un son filmi Peri: Ağzı Olmayan Kız kendisine salon bulamadı ve vizyonu belirsiz bir tarihe ertelendi. Evrenol’un filmi, ülkemizde pek görmediğimiz bir tür denemesi. Distopik bir dünyada geçen masalsı bir çocuk-macera filmi. Kaliteli bir tulum peyniri! Nükleer santral tartışmaları yaşadığımız, düzenin baskısı altında kaçıp kurtulma fantezileriyle teselli bulduğumuz bir dönemde izleyip üzerine düşünülmesi gereken bir film. Ama işte sofrada yer kalmadı nitelikli bir yemeği koyacak, zaten bu çokluk içerisinde fark edilmeden geri gönderilen bir tabak olarak da kalabilirdi. İşte çokluk üzerine düşünmek Evrenol’unki gibi filmlerin varlığı, yani Badiou’nun sözünü değiştirirsek 'sinemanın gerçek olay yeri' üzerine düşünmek anlamına da gelmekte.

serpme-kahvalti-677064-1.

Öte yandan, örneğin Cem Yılmaz da bizler için yıllardır özel bir yerde dururken artık sanki kendini bilerek isteyerek bu sofranın parçası haline getiriyor. Yılmaz, bu kez eleştirmenlerin yaptığı yemeğin tadına önceden bakmasına izin vermedi, ne basın gösterimi yaptı ne de galaya çağırdı onları! İlk Kara Komik Filmler’in eleştiri almasının etkisi olabilir bunda elbette, ama bu tür bir ucuz hamle niteliğin yerine gişeyi koyduğunu göstermekten başka bir işe yaramıyor. Cem Yılmaz’ın nereden nereye geldiği başka bir yazının konusu olmalı ama burada gişe planının da tutmadığını not düşelim. Film belki kötü değil ama böylece geri götürülen bir tabağa dönüşüyor sadece.

Vizyona çok film girmesinin bir sinema endüstrisinin varlığını sürdürmesi için önemli olduğu söylenir durur. Bir açıdan buna itirazım yok, ama çokluğun yokluğa dönüştüğünü görüp buradan yola çıkarak asıl iyi olanların (namevcutlardan yola çıkarak mevcut olanların) önemini teslim etmek, her şeyin çok olduğu bir kahvaltıdansa nitelikli ve özenli olanı tercih etmek gerek. Aksi halde bu durumdan ne karnımızı doyurma hevesiyle önceden yer ayırtıp masaları dolduran bizlerin, ne bir yerlerde kaliteli yemekler pişiren ustaların pek kazançlı çıkmayacağını söyleyelim. Peki, kim kazanır aksi durumda?

Elbette kahvaltı salonları…

serpme-kahvalti-677062-1.

cukurda-defineci-avi-540867-1.