Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Şimdi bu başlığa takılan kimi okurların, “Mülayim” fıkrasını anımsayarak ‘‘Sert olsan ne yazar!’’ dediklerini duyar gibiyim...

Hayır, sert karakterli insanların bazen duygusallaşarak yumuşamalarıyla ilgili bir yazı değil bu. Yine dilden, dilbilgisinden söz edeceğiz. Başlıktaki “sert ünsüz yumuşaması” da bir dilbilgisi kuralı…

Dilimizdeki “sertleşme, yumuşama, büzülme, benzeşme, ikizleşme, çatışma, göçüşme, kaynaştırma, yerleştirme” gibi düz anlamlı öz Türkçe sözcükler, harflerin birbirleriyle ilişkilerini anlatan birer dilbilgisi terimi aynı zamanda…

Bu konuyu, Cumhuriyet gazetesindeki bir haber başlığı anımsattı bize.

10 Ağustos 2021 tarihli gazetenin manşeti şöyleydi:

“Çift maaşa HALK TOKATI”.

sert-unsuz-yumusamasi-1001847-1.

***

Bizim okul yıllarımızda “sessiz harf” denirdi. Şimdilerde “ünsüz” diyorlar. Cumhuriyet’in haber başlığındaki yazım yanlışını anlayabilmek için, dilbilgisindeki “Ünsüz Yumuşaması” kuralından söz etmemiz gerekiyor önce. Bu kural, “süreksiz sert ünsüz” diye anılan harflerin kimi durumlarda nasıl yumuşadığını açıklar bize.

Türkçenin dilbilgisi kuralına göre /ç/, /k/, /p/, /t/ ünsüzleriyle biten sözcüklere ünlü ile başlayan bir ek geldiğinde bu ünsüzler yumuşar ve sırasıyla /c/, /ğ/, /b/, /d/’ye dönüşür. Örnek: demeç>demeci, kırık>kırığı; kitap>kitabı, umut>umudu olur. İşte ünlülerin ünsüzleri etkilediği bu olaya “Ünsüz Yumuşaması” diyoruz.

Dilimizde ünsüz yumuşamasına aykırı sözcükler de vardır. Böyle durumlarda sözcüğün sonundaki sert ünsüz, yumuşamaya direnir ve sertliğini korur. Sözgelimi “ağıt, anıt, bulut, kanıt, yakıt, yanıt” sözcükleri böyledir.

Bir de ünsüz yumuşamasına uğrayan ve uğramayan çift anlamlı sözcükler vardır. Örneğin “yarat-” eyleminden “en” ekiyle türetilen sözcük, “bir yapıt ortaya koyan” anlamında kullanıldığında değişime uğramaz ve “yaratan” biçiminde yazılır. Ama aynı sözcük “Tanrı” anlamımda kullanıldığında, sözcüğün sonundaki sert ünsüz “t” yumuşayarak “d”ye dönüşür ve “Yaradan” diye yazılır.

Cumhuriyet’in başlığındaki “tokat” sözcüğü de bu türdendir, yani iki anlamlıdır.

Sözcüğü küçük harfle yazarsak, birine el içiyle vurmak anlamına gelir. Büyük harfle yazıldığında ise Karadeniz Bölgesi’ndeki Tokat ilimiz anlaşılır.

Bu sözcük birinci anlamıyla kullanıldığında “ünsüz yumuşaması”na uğrar ve “tokadı” biçimine dönüşür. Örneğin “Osmanlı tokadı” diye bir deyimimiz vardır. Cumhuriyet’in başlığındaki sözcük de bu öbeğe girer. “Halk Tokatı” sözü o yüzden yanlıştır. Doğru yazım biçimi “Halk Tokadı”dır.

Ama Tokat ilinden söz ettiğimizde, sözcüğün sonundaki sert ünsüz yumuşamaz. Bu durumda “Tokad’a” değil, “Tokat’a” diye yazarız.

***

ÜZERİNE ALINMAK!

Çok yaygın biçimde “üzerime alındım” diye yazıp konuşuyor insanlar.

Olmaz arkadaşlar!

“Üzerime alındım” denmez. “Bu sözden alındım” ya da “Bu sözü üzerime aldım” denir.

Gelin görün ki anlı şanlı yazarlarımıza, sunucularımıza, ekran yorumcularımıza anlatamıyoruz bunu!


HAFTANIN NOTU​

Ekranlardan sıkılmaya başladık!

Basın yayın organlarında çalışanların, emekçi olduklarını zaman zaman unutarak kendilerini o kurumlarla özdeşleştirmelerini hep yadırgamışımdır. Bunun en yeni örneğini, üç gün önce Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin ödül töreninde gördük. Ödül alanlardan biri, çalıştığı kanalın patronuna ve yönetimine teşekkür etti. Böyle törenlerde patronuna şükranlarını sunan bir gazeteci daha önce görmemiştim.

İşin ilginç yanı, kanallarını yere göğe sığdıramayan kimi arkadaşlar, günün birinde kapıya konduklarında ağız değiştirip eski kurumlarını kötüleme yarışına giriyorlar. Bu da hoş değil!

Hepi topu birkaç “muhalif” kanal kaldı ülkemizde. Onlar da bu ağır baskı koşullarında güçbirliği yapacakları yerde birbirleriyle uğraşıyorlar!

Sınıf bilinciyle davranıp dayanışma içinde olmaları beklenen kimi ekran yüzlerinin son günlerde reyting uğruna rakip kanalları karalamaya çalıştıklarına tanık oluyoruz. Üzülerek izliyorum.

Bir başka sorun da bu sunucuların ekranlarda akıllarına estiği gibi konuşmaları… Siz sosyalist olabilirsiniz, feminist olabilirsiniz, vegan olabilirsiniz. Ama ekranlar, kişisel görüşlerinizin izleyiciye dayatıldığı propaganda alanı değildir. “Ben, ben” diye böbürlenmeler, çalçene gevezelikler, agresif tavırlar, insanları ekranlardan uzaklaştırıyor.

Zaten medyanın içine düşürüldüğü sefil durum yüzünden TV izleme alışkanlığımızı yitirdik. Bilin ki siz de vazgeçilmez değilsiniz!

Kimseye diyet borcu olmayan bir meslek büyüğünüzün içten uyarılarıdır bunlar. Önemseyip önemsememek size kalmış…