İşte böyle Savaş… O gün bizi arabadan atan bu çember sakallıların nasıl mağdur ilan edilip de iktidara getirildiğini kaçırdım. Destek bulduranların kimler olduğunu ise hatırladım. 90’ların sonunda başlayan “kaynaştırma”, o dönemlerde ünlenen “küçük ünlüler” sayesinde oldu. Kim mi bu “küçük ünlüler”? Yıllarca büyük ünlü uyumunu bozup bozup senin, benim ve Şahap abinin içini deşenler. 90’lar veya 2000’lerin başı… Savaş mı çıktı? Patlatırlar tumturaklı bir arabesk… Çocuklar mı katledildi? Direnmeye gerek yok; yazarlar acılı bir yazı, cümlelerin sonunda da bozarlar ünlü uyumunu… “Ağlar gibi mesela... Öğürür gibi yani…” Bak; “mesela”! Nedir? “E ve a.” Bak; “yani”! Nedir? “A ve i.” A, i, a, i…

Dilimizdeki büyük ünlü uyumunu halk bozmadı. Şu senin küçük ünlüler... Aralarındaki küçük ünlü uyumunu bozmak işlerine gelmiyordu. Birbirlerine yumuşak dokunuşlarda bulunmak daha faydalı olurdu. Tam da bu noktada küçük ünlüler bir arada durdular, uyumlu bir şekilde kafada kurup güzel Türkçemizdeki büyük ünlü uyumunu bozdular! Böylece halkı ağlatarak para kazanmanın da yolunu yordamını buldular. Biz sert ünsüzler ise… Biz kim miyiz? Sen, ben ve Fıstıkçı Şahap işte… O dönemlerde küçük ünlülere meftunduk ya? Bu da bizim biraz yumuşamamıza neden olmuştu. Ünsüz yumuşaması!

Hayata karşı direncimiz azaldı. Onlar bizi ağlattıkça daha bir sevdik onları… Onlar en kötü günümüzde bizim yanımızda olacak nazik, güzel dostlarımızdı. Gözleri hep buğuluydu. Bu kadar duygusal adamlardan ve kadınlardan zarar gelmezdi, gelemezdi. Bizi hep seveceklerdi. Koyunlarına aldılar, yumuşak elleriyle okşadılar; “b, c, d ve g/ğ’ye” dönüştürüverdiler bizi.

Her şeyin en iyisini bilirlerdi. Asla onlardan zarar gelmezdi. Yanlış yapmazlardı. Başkaları hata yapardı, onlar da yumuk parmaklarıyla ya da kadife sesleriyle ince göndermelerde bulunurlardı. Kavga dövüşten hoşlanmazlar; çok renkli, çok sesli, bol gıdıklamalı bir dünyayı savunurlardı. Bizim gibi kaba ve sert ünsüzler, özellikle Şahap Abi gibiler, fıstıkçı dükkânının borçları yüzünden ayağa kalkıp hayata “atarlandığında” mesela (e ve a), küçük ünlüler hafifçe yuvalarından başlarını kaldırıp alaycı gülümsemeleriyle haddimizi bildirirlerdi.

Aralarında muazzam bir uyum vardı küçük ünlülerin. Asla birbirlerini açıktan eleştirmezlerdi. Sen de buna bayılırdın, onları örnek almamız gerektiğini söylerdin. Şahap Abi bir gün küçük ünlülerin aslında birbirlerini pek de sevmediklerini, numara yaptıklarını söylemiş, sen ona karşı çıktığında sinirlenmiş, gözüne yumruğu indirmişti. Küçük ünlünün deyimiyle “işte bu çok kötü”ydü. Şahap Abi’nin henüz yumuşamayan yönleri vardı. Biz o gün anlamıştık ki Şahap Abi “küt”tü ve tek heceli sözcüklerde genellikle ünsüz yumuşaması olmazdı.

İşte sen o gün Şahap Abi’yi sattın oğlum! Kaç yıllık mahalle dostumuzu sattın lan. Küçük ünlülerin hep yanında olacağını sandın. Onlar konsantre bilgileriyle, yumuşak elleriyle, ağlak yazılarıyla hep seni koruyup kollayacaklar sandın. Seni pamuklara sarıp sarmalayacaklar sandın. Kara tren geciktiğinde, belki de hiç gelmediğinde, Üçkuyular’dan cebine para koyup Hakiki Seferihisar Turizm’e bindirip seni yine Gizem’in yanına gönderecekler sandın. Şahap abi yoktu artık hayatında…

Gördüğün gibi ben de senin gibi bir cıvıkla takıla takıla, belki biraz da sana tepki olarak Şahap abiye yanaştım ve ünsüz sertleşmesi yaşadım! Sert ünsüzle biten kelimeler b, c, d, g ünsüzleriyle başlayan bir ek aldığında, ekin bu ilk ünsüzü sertleşerek p, ç, t, k ünsüzlerinden birine dönüşür. Tıpkı Şahap Abi gibi… Evet… Bira içerken çaktırmadan götürdüğün o güzelim tuzlu fıstıkların küçük perakendecisi Şahap Abi… O neyse ben de oydum artık.

İki heceli bazı kelimeler ünlüyle başlayan bir ek aldıklarında ikinci hecelerindeki dar ünlüler düşer. “Bağrım yandı, böğrüm ağrıdı, genzim acıdı” gibi. Sana da “gönlüm” kırıldı, bak! Ünlü düşmesi… Ünlü düşerken yanında da epey bir ünsüz götürmesi…