Beklediği ses gelince, gitti onunla birlikte, inşaatın önüne oturdu. İşçiler sofrayı kurmuştu çoktan. Tuğla; domates, biber, peynir, cam bardakta çay. Ekmek. Servet başladı yemeye, işçiler güldüler. ‘Çalışacakmış gibi yiyon ha Servet.’ dedi işçilerden biri. ‘Çalışmayan acıkmıyor mu ağabey?’ dedi Servet

Servet

ONUR AKYIL

‘Servet, sen neden çalışmıyorsun?’
‘Ben dünyaya dinlenmeye geldim ağabey.’
Güneşe bakıp acıktık.

Servet, ağır bir kapıyı iter gibi uyanmıştı. Uçurumdan atlar gibi kalktı ama yatığından. Odasında yalnız yatağı ve duvarlar vardı. Yalnız Servet’in yattığı bir yatak ve hiçbir akrabanın, hiçbir tanıdığın, hiçbir arkadaşın yüzüne aşina olmayan duvarlar. Servet çıktı odasından. Aşağısı şehir, bir dağ başı. İnsanın hep içinde kalan bir şey gibi eğildi günün önünde. Dikildi sonra. Tulumbaya kadar yürüdü. Suladı kendini. Açtı. Biraz sonra biri seslenecekti ona: "Gelmiyor musun?."O da sese seslenecekti: "Geldim. Geldim.."

Beklediği ses gelince, gitti onunla birlikte, inşaatın önüne oturdu. İşçiler sofrayı kurmuştu çoktan. Tuğla; domates, biber, peynir, cam bardakta çay. Ekmek. Servet başladı yemeye, işçiler güldüler. "Çalışacakmış gibi yiyon ha Servet.' dedi işçilerden biri. "Çalışmayan acıkmıyor mu ağabey?" dedi Servet. İşçiler yine güldüler. İşçiler birer lokmadan sonra başladılar çalışmaya. Servet devam etti yemeye. Sonra herkese çay götürdü. Ta en üst katına kadar çıktı inşaatın. Aşağıya indi dağıta dağıta çayları, bağırdı sonra: ‘Demlik bitti ha!." Ta en üst kattaki işçi aşağıya, Servet’e bağırdı: "Bitsin ulan Servet, kahveden söyleriz.." Servet onayladı başıyla. Kumun dibine çömelip, cam bardakta çayını içti. Sonra yattı kumun dibine. Kum çeken işçi "Ulan yatma şuraya Servet. Gel şuraya yat" deyip, kumun az ötesini gösterdi. Servet kalktı yattığı yerden, gösterilen yere oturdu. Az da olsalar, gelene geçene baktı. Taşlarla oynadı. Sigara istedi kum çeken işçiden, sigara içti. Kum çeken işçi "Ulan inşaatın sahibinde sendeki keyif yok!" dedi. Servet sırıttı. Oyaladı kendini öğlene kadar. Öğlen sofrayı kurmak onun işiydi. Güneşe baktı; güneş de ona bakıyorsa vakit tamam demekti. Dizdi tuğlaları, serdi gazeteyi, köşelere taş da koydu.

Öğle yemeği çok güzeldi. Kahveden söylenmiş cam bardakta çay, peynir, biber, domates. Servet başladı yemeye. İşçiler güldüler. "Yoruldun ha Servet, ye! Hakkındır!" dedi işçilerin en yaşlısı; otuzların ortasında fırça bıyıklı bir ‘delikanlı’. Servet "Yorulmam mı?" dedi, devam etti yemeye. Yemek bitti, Servet ikinci çayları söyledi kahveden. Birer sigara içildi, sohbet edildi.

"Servet sen ne zaman geldin bu İstanbul’a?"

"Çok yıl önce ağabey."

"E bu İstanbul bakmamış sana? Babalık etmemiş…"

"İstanbul anasıyla oynaşmadan, kimseye babalık etmez ağabey."

İşçiler işe döndü, Servet’in hakikiliğine hayran. Dolandı etrafta Servet. Boş çimento torbalarını topladı, dikkatlice, mutlu evlerde ütülenmiş gömlekleri katlar gibi katladı. Küçük elekleri temizledi. Malaları yan yana koydu. Demir kesiklerini boylarına göre dizdi. Yokuştan aşağı indi biraz, sonra geri döndü. Elektrik direklerinin dibinde yaşayan, yalnız orada yaşayan, küçük sarıçiçeklere iyilikle baktı. İyilikle bakınca çiçeklere, iyilik diledi… Odasına gitti. Yatağına ve duvarlarına baktı. Yerlerindeydi hepsi. Geri çıktı odasından, gitti kumun dibine oturdu. Sonra kimse kaldırmasın diye, kendi kalktı kumun dibinden, kumun az ötesine gidip oturdu. Şarkı söylemeyi ve ıslık çalmayı denedi. Birilerini, bir yerleri, bir geçmişi özlemeye çalıştı. Öfkelendi, duruldu; el radyosunu kurcaladı. Derken o büyük araba, minibüs dedikleri, geldi inşaatın önünde durdu. O adamlar indi içinden.

Üst katlardaki işçiler hızla, aşağı kattaki işçiler ağır ağır inşaatın önüne geldi. O adamlarla itiştiler. Bağrıştılar. Ayda bir iki geliyordu bu adamlar. Servet bir adamlara, bir işçilere baktı. Eline kocaca bir taş aldı ayağa kalktı. İşçilerden biri fark etti Servet’in ayağa kaktığını, öbür işçilere "Lan Servet’i tutun!" diye bağırdı. Bir iki işçi tuttu Servet’i. "Gel Servet. S.ktir et. Gider şimdi onlar. Gel sen. Al sigara iç.."

Sevmiyordu Servet bu adamları. Çok önce sormuştu işçilere, kimdi bunlar? ‘Zenginler, Servet! Zenginler.’ demişlerdi. Zenginler neden gelip işçilerle kavga eder, anlamıyordu Servet. Zaten adamlar el kol sallayıp işçilere, gitti. Gene geleceklerdi. Akşam gibi. Kış gibi. Açlık gibi.

Güneşe bakıp doyduk.

"Servet! Söyle lan, sen söyle. İnsan âşık olunca ne olur?"

"Servet olur ağabey. Yoksul olur.."