“Herkes kaybediyor", "hepimiz aynı gemideyiz" teraneleri, en şiddetli biçimde yoksullaşan toplum kesimlerini yatıştırmaya yöneliktir. İşini kaybeden emekçiler ile esnaf ve bağımsız çalışanlar, eğreti gelir sahipleri, öteden beri yoksulluğun pençesinde olanlar bakımından, daha da yoksullaştırıcı bir sürecin çalışması, aslında çok geniş kesimler aleyhine fiili bir servet vergisinin çalışmakta olduğunu gösterir.

Servet vergisi zaten yürürlükte

OĞUZ OYAN

18 Nisan Cumartesi günü Hayri Kozanoğlu ve Anıl Aba ile Sol Seminerler kapsamında Temel Gelir-Servet Vergisi ilişkisi üzerine çok yararlı bir söyleşi yaptık. Bu söyleşinin arka planında Kozanoğlu ve Aba'nın 12 ve 14 Nisan'da BirGün'deki yazıları yer alıyordu. Ben de zaten servet vergisi konusunu gündeme taşıyıp duruyordum (bkz. 23 Şubat ve 29 Mart 2020 tarihli BirGünPazar yazılarım).

Peki, niçin bugünlerde böyle bir tartışma gündeme geldi? Çünkü birincisi, son onyıllarda gelir ve servet bölüşümü uçurumları müstehcen düzeylere geldi. İkincisi, çifte kriz koşullarında yurttaşa gelir destekleri maliye politikalarının zorunlu araçlarından biri haline gelmeye başladı.

Crédit Suisse Küresel Servet Raporları (ki OXFAM da bunlara dayanıyor), dünya çapında olduğu kadar bölgeler ve ülkeler düzleminde de servet dağılımı verilerini sürekli olarak yayımlıyor. Servet dağılımına dünya ölçeğinde bakıldığında daha yüksek eşitsizlikler göze çarpar çünkü zengin-yoksul toplumlar arasındaki uçurumlar da içerilmiş olur. Bu nedenle, 26 milyarderin serveti 3,8 milyar dünya vatandaşının varlığına veya 2 bin 153 milyarderin serveti, dünya nüfusunun yüzde 60'ını oluşturan 4,6 milyar insanın varlığına eşitlenebiliyor. Dünya nüfusunun yüzde 1'i dünya servet toplamının yüzde 82'sine sahip olabiliyor. (Tersine, en yoksul yüzde 50, dünya servetinin sadece yüzde 1'in sahip olabiliyor.) Ama tekil ülkelerde de dağılım çok kötü. Tıpkı Türkiye'deki gibi: Nüfusun yüzde 1'i 2002'de toplam servetin yüzde 39'una sahipken, 2014'te bu oran yüzde 54'e çıkıyor. Adeta AKP döneminin çarpıcı bir özetini veriyor! Özetle, kapitalist üretim tarzında toplumun alt ve üst kesimleri arasındaki gelir ve servet uçurumları, önceki üretim tarzlarında mümkün olamayacak kadar derinleşmeye devam ediyor.

Gelir destekleri bugünlerde İspanya gibi ülkelerde Yurttaş Geliri/Temel Gelir niteliğini de alabiliyor. Bu, kamu maliyesi teorosinin yıllanmış bir konusuydu; korona döneminde yaygınlık kazanacak gibi görünüyor. Çünkü emekçiler başta olmak üzere çok geniş kesimlerin sıfır gelir düzeyine doğru itilmekte olduğu bir hiper kriz ve işsizlik döneminden geçilmekte. Bunun nasıl bir 'tersine servet vergisi' düzeneğini çalıştırdığına aşağıda değineceğiz.

TEMEL GELİR: KAYNAĞI SERVET VERGİSİ Mİ?

Temel gelirin kaynağının servet vergileri olması kuşkusuz şart değil. Almanya'da olduğu gibi bütçe fazlalarınız varsa, yeni bir vergi getirmeden de temel gelir desteğini uygulayabilirsiniz. Ama ülkelerin çoğunda bütçeler açık vermektedir; çifte kriz bunu daha da büyütecektir. Gelir vergileri üzerinden ek kaynak bulmanın zamanı değildir. Toplumun her kesimine yüklenecek adaletsiz dolaylı vergiler üzerinden halka taşıtılacak yükler ise çözüm değildir. (Türkiye'de bir temel gelir desteği gündemde bile olmadan, bütçe açığını kapamak için getirilen son vergiler zaten AKP iktidarını daha fazla sosyal devlet karşıtı bir çizgiye itmiştir.)

Ama biz konumuza dönelim: Temel gelirin kaynağının bir servet vergisi olarak kurgulanması hakkında söylenecek ilk şey, böyle bir ilişkinin ancak siyasi düzlemde kurulabileceği, hatta kurulmasının kaçınılmaz olduğudur. Yoksa kamu maliyesi anlamında gelirler ve giderler arasında tahsis ilişkisinin kurulması, bütçe birliğinin olmadığı kapitalizm öncesi dönemleri veya fon sistemi türü bir sapmayı çağrıştıracağı için baştan reddedilmelidir.

Uygulamada ise bütçede bir tahsis yapılmasa bile, temel gelir ödeneğinin servet vergisinden elde edilecek tahsilatın altında kalmaması gözetilebilir. Esasen, bütçeye servet vergisi hasılat tahminini aşan bir temel gelir ödeneği konulması gerekeceği de baştan hesaba katılmalıdır. Özel sektörden farklı olarak devlet bütçesinde harcamalar önceliklidir, gelirler değil. Asıl olan, ne kadarlık bir temel gelir ödeneği ayrılacağına karar vermektir; bunun gerektireceği gelir kalemlerinin sağlanması sosyal devlet bütçesinin işi olacaktır.

SERVET VERGİLERİ: HANGİ TÜRÜNÜ İSTERSİNİZ?

Servet vergileri iki türlüdür: Nominal (sözde) ve reel (gerçek) servet vergileri. (Olağan ve olağanüstü de denilebilir.)
Nominal servet vergileri, olağan akım gelirlerle veya servetten sağlanabilecek gelirlerle (kira, faiz vs.) ödenebilecek türden, görece düşük oran veya miktardaki vergilerdir.

Nominal servet vergileri de iki tür olabilir: (i) Belirli görünür servet unsurlarını, o servet/mülkiyet ilişkisi devam ettiği sürece, yıllık olarak kaynağında vergileyen kısmî servet vergileri. Örneğin Türkiye'de görüldüğü gibi spesifik ve değer esaslı (motor hacmine ve değere göre artan miktarlı) Motorlu Taşıtlar Vergisi (MTV), Emlak Vergisi (bina ve arazi), henüz uygulanmayan ama sisteme sokulmuş bulunan artan oranlı bir Değerli Konut Vergisi. Servetin transferinden alınan Veraset ve İntikal Vergisi'ni de biraz zorlamayla, bu gruba dahil edebiliriz. Hepsinde artan oranlılık uygulaması mümkündür.

(ii) Tüm servet unsurlarını genel olarak kavrayan bir vergileme söz konusuysa, buna 'genel servet vergisi' denilecektir. Böyle geniş tabanlı bir nominal servet vergisi, esas aldığı matrahı düşük oran(lar)dan vergilendirecektir. Artan oranlılık benimsenirse, daha adil bir yük dağılımı oluşturmak ve serveti gizleme eğilimlerini bir nebze frenleyebilmek açısından sınıf esaslı değil (gelir vergimizde olduğu gibi) dilim esaslı bir artan oranlılık uygulanacaktır. Buradaki sorun, geniş servet tabanının doğru bir biçimde oluşturulabilmesidir. Her yıl güncellenen bir servet beyanı sistemiyle ve finansal sistemden alınacak geri bildirimlerle otokontrolü sağlanamazsa, bir servet vergisi matrahının gerçeklerden çok uzaklaşacağı açıktır. İdarece takdir veya tahrir (yazım) uygulamaları ise çok külfetli ve yolsuzluklara fazlasıyla açıktır.

Bu sorunlar nedeniyle genel servet vergisi uygulayan ülkeler sınırlıdır. Bulunan bir çözüm de görünür taşınır/taşınmaz mülkiyet unsurlarını kısmi mülkiyet vergileri kapsamında (ve birer yerel yönetim vergisi olarak) vergilerken; hisse senedi, tahvil/bono, mücevherat gibi servet unsurlarını da bir 'genel servet vergisi' kapsamına almaktır. Böylece gelir vergisinin boşluklarının (şirketlerin kâr payı dağıtımlarına getirilen yüksek vergi istisnalarının) belirli ölçüde doldurulması da mümkün olabilecektir. (Gelir vergisindeki istisnaların azaltılması, daha az çetin olmayan bir mücadele başlığıdır.) Gene de, servet unsurlarını gizlemeye yönelik davranış biçimleri önlenemeyecektir; yurt dışına çıkışlar kontrol altına alınsa bile yastık altında altın, döviz iddihar etmeye (gömüleme davranışı), banka kasalarına hücüm etmeye (banka kasası taleplerinde patlama yaşanabilir) yönelişler artacaktır. Bununla birlikte, finansal sistemin tamamen dışına çıkılması mümkün değildir; bankacılık sisteminin dışında bekleyen tehlikeler (yangın, hırsızlık, getiri yoksunluğu) tamamen bertaraf edilemez. Bu nedenle, düşük oranlı bir genel servet vergisinden kaçmak yerine ona uyum sağlamak tercih edilebilecektir.

***

servet-vergisi-zaten-yururlukte-722489-1.
AKP iktidarının "Biz bize yeteriz" diyerek bir bağış kampanyası başlatması, sadece üzerine düşen kamu görevinden kaçması değil, yoksullaşanlara bir de servet vergisi uygulaması anlamındadır. Başka deyişle yönetici hanedan, varlıklarınızı/servetinizi eritin, kara günlerden kendi çabalarınızla çıkın demektedir.

Gerçek servet vergileri, tanım gereği genel nitelikli ve daha yüksek oranlı servet vergileridir. Bu nitelikleri nedeniyle servetin olağan akım gelirleriyle değil, birikmiş servetin kısmen eritilmesiyle ödenebileceği varsayılır. Hem bu nedenle hem de olağanüstü dönemlere (savaş, salgın, afet, yüksek enflasyon, şiddetli ekonomik krizler) özgü uygulanma biçimleri bakımından düzenli olmayan (olağanüstü dönemle sınırlı) bir vergileme türü sayılırlar. Ancak, neoliberal birikim döneminin tamamına yayılan ve bugünkü çifte kriz koşullarında yeni bir patlama yapan olağanüstü servet dağılımı dengesizlikleri ortamında, düzenli/yıllık bir gerçek servet vergisi uygulamasının bütün koşulları oluşmuştur. Kitlelere bir temel gelir desteği verilmesi, bunun sadece ilave bir nedenini oluşturacak, verginin meşruiyetinin daha hızlı/ kolay kavranmasını kolaylaştıracak ve güçlü bir toplumsal desteği arkasına alabilecektir.

Kaldı ki mevcut çifte kriz ortamında, milli gelirin ve toplam servet stokunun topluca gerilemesi zemininde görülecek şey, toplumun alt katmanlarının üst katmanlarından çok daha büyük gelir/servet kayıplarına uğradığıdır. Bu durumda, kriz sırasında ve sonrasında çubuğu tersine bükebilmek için yüksek dozlu bir gerçek servet vergisine ihtiyaç vardır. Dolayısıyla böyle bir verginin sadece temel gelir uygulamasının karşılığı olarak ve servetin mevcut dağılım örüntüsüne dokunulmadan uygulanması düşünülemez. Bu bağlamdaki bir servet vergisinin yüksek servetlerin kısmen dahi aşınmasına yol açmadan uygulanmasını gözetmek bırakalım düzen partilerinin sorunu olsun. Bizim derdimiz, servet dağılımına güçlü bir düzeltici darbe vurmak olmalıdır.

'TERSİNE SERVET VERGİSİ'

Bugünkü kriz, istihdamın en yoğun olduğu hizmetler sektörünü birinci elden vurmaktadır. Bu kozmopolit sektörün gıda dışındaki perakendeci kollarını, lokanta ve kafeleri, eğlence ve dinlence sektörlerini, yayınevlerini/kitabevlerini, yazılı medyayı, evden çalışmaya veya evlere servise uyumlu olmayan bütün işkollarını, ihtiyaçlar listesinde ilk sıralarda yer almayan üstelik seyahat etme özgürlüklerinin kısıtlanmasıyla darbe alan otomotiv gibi sektörlerin üretimden dağıtıma kadarki bütün aşamalarını, dayanıklı tüketim mallarının onarım/bakım servislerini, hatta sağlık hizmetlerinin virüsle savaşın dışında kalan birçok alt birimini vb. felç etmekte, milyonlarca işgücünü atıl/işsiz duruma düşürmektedir.

Her kriz döneminde farklı kesimler arasında gelir ve servet transferleri olur; bugünkü çifte krizde ise misliyle olmaktadır. Sermaye kesiminde de serveti aşınanlar olmasına, krize uyum kapasitesi düşük olanlardan yüksek olanlara doğru sermaye-içi transferlerin yoğunlaşmasına karşın asıl ana transfer kanalı aşağıdan yukarıya doğru olandır. "Herkes kaybediyor", "hepimiz aynı gemideyiz" teraneleri, krize uyum sağlama kapasitesi düşük olan küçük-orta boy sermaye kesimlerini de hedeflemekle birlikte, asıl önceliği, en şiddetli biçimde yoksullaşan toplum kesimlerini yatıştırmaya yöneliktir. İşini kaybeden emekçiler ile esnaf ve bağımsız çalışanlar, eğreti gelir sahipleri, öteden beri yoksulluğun pençesinde olanlar bakımından, daha da yoksullaştırıcı bir sürecin çalışması, aslında çok geniş kesimler aleyhine fiili bir servet vergisinin çalışmakta olduğunu gösterir.

Her yoksullaşma bir gelir kaybını içerir; çoğu zaman da bir varlık/servet kaybıyla birlikte gider. Peki, yoksullaşma hangi biçimleri alır? Hanehalkının düzenli bir gelirden yoksunlaşma sürecine karşı olağan kriz koşullarında ilk tepkisi, hanehalkının daha fazla bireyinin işgücü piyasasına emeğini arzetmesi olurdu; şimdiki krizde bu olanak yoktur. Hanehalkının şimdiki ilk tepkisi, varsa karagün akçelerini (altınlar, vs.) çözmek olacaktır. Sonrasında, hanehalkının 'fazladan' taşınır malları varsa (örneğin iki binek arabası varsa) biri satılır; taşınmazlara da sıra gelebilir, ancak taşınmaz piyasası arz fazlası nedeniyle fiyatları değerin altına çektiği veya alıcı çıkmadığı için cazip olmaz. Bir takım gider unsurlarının ayıklanması (eğitimde, gayrimenkul borçlarında, vb.) zaten başlangıçtan beri yapılmaktadır. Kriz uzadıkça, normale dönüş umutları tükendikçe, iş araçları (ticari araç, torna tezgahı, dükkanın/atölyenin/işyerinin kendisi, vs.) elden çıkarılmaya, işin tasfiyesi aşamasına gelinmeye başlanır. Kendini kurtarma derdindeki işverenin sokağa bıraktığı ve devletin de koruma mekanizmalarını çalıştırmayarak kaderine terkettiği emekçiler en zor duruma düşenlerdir kuşkusuz; eğer bağlarını koruyorlarsa, bir kısmı geçimlik bir üretim yapmak üzere köye dönüş stratejilerini bile düşünmeye başlayacaktır.

SONUÇ

Bütün bu tükenmiş/altüst olmuş yaşamlar aslında şiddetli bir 'tersine servet vergisi'nin uygulanmakta olduğunun kanıtlarıdır. AKP iktidarının "Biz bize yeteriz" diyerek bir bağış kampanyası başlatması, sadece üzerine düşen kamu görevinden kaçması değil, yoksullaşanlara bir de servet vergisi uygulaması anlamındadır. Başka deyişle yönetici hanedan, varlıklarınızı/servetinizi eritin, karagünlerden kendi çabalarınızla çıkın demektedir.

Geniş kitlelerin ağır bir yoksullaşma yaşadığı, iktidarın da bunu körüklediği koşullarda, hanedan üyeleri dahil yüksek servet sahiplerini hedefleyen bir gerçek servet vergisinin toplumsal meşruiyeti oluşmuş demektir. Bunu talep etmekten kaçınmak, eskinin haklı ama kötü uygulanmış Varlık Vergisi deneyiminin karşıt siyasi koz olarak kullanılmasından ürkerek eylemsiz kalmak, iktidarın geniş kitleleri fiili bir servet vergisiyle cezalandırmasına seyirci kalmak olacaktır. Ne siyaset alanı ne de sendikal hareket böylesine bir sorumluluktan kaçışa sürüklenemez, kitleler buna izin vermemelidir.