Türkiye’de taşların tekrar yerine oturabilmesi için solda ciddi bir alternatif gerekiyor. Bu alternatifi yaratılamadığı sürece gündeme...

Türkiye’de taşların tekrar yerine oturabilmesi için solda ciddi bir alternatif gerekiyor. Bu alternatifi yaratılamadığı sürece gündeme etki etmek, belirlemek  ve değiştirmek mümkün olmuyor. Gündemi etkilemek güçler dengesiyle yakından ilgili. Karşısında kayda değer bir güç olmadığı için, sürekli ‘ben bilirim, ben yaparım’ edasıyla ortalıkta demokrasi kahramanı olarak dolaşan siyasi iktidarın, kendi Kürdünü, kendi Alevisini, kendi solcusunu yaratma çabası da işte bu güçler dengesiyle yakından ilgilidir.
Nitekim, alternatif oluşturacak gücünüz yoksa, adı katliamlara karışmış olanların hem de devlet ve hükümet eliyle kahramanlık mertebesine yükseltmelerinin ötesinde, cenazelerinde ‘Türkiye seninle gurur duyuyor’ sloganı doğruymuş gibi algılanır. Çünkü, devlet ve siyasal iktidar tam tekmil cenaze töreninde saf tutar.
14 yaşındaki bir kızı alıkoymak, cinsel istismara tabi tutmak, siyasal İslamcı basın tarafından sanki olağan ve anlaşılır bir durummuş gibi yansıtılırken, binlerce, on binlerce çocuğa sahip çıkan, okutan Türkan Saylan’ın ölümü ile ilgili, o çok uzun olan dilini sanki yutmuş gibi davranan devlet ve siyasi iktidarın bu sessizliğine İslami basın Türkan Saylan’a saldırarak destek verir. Çünkü Saylan, İslamın kadın ve çocuk profillerine uygun bir resim değildir, üstelik ‘ne darbe, ne şeriat’ diyecek kadar da cesurdur.
Bu çifte standart yaklaşımı aslında son derece olağandır ve doğrudan siyasal dengelerle, alternatif olup olmamayla doğrudan ilgilidir. Çünkü denge, uzlaşma veya hoşgörü güçlerin dağılımına  göre şekillenir.
Örneğin, Türkiye’de siyasal İslamın karşısında kayda değer bir alternatif olmadığı sürece, hükümetin de ötesinde siyasal İslamdan beslenen siyasi iktidar, özel hukuğun arkasına gizlenerek güçlerinin yetmediğini söylemeye devam eder. Üstelik siyasi iktidar, on beş, on altı yıla Madımak Oteli’nin kamulaştırılmasına, yayılan ‘Madımak Müze Olsun’ mücadelesi sanki hiç yokmuş gibi bunu kahramanlık türküleri içinde söyler. Olacak gibi değildir ama, yasama, yürütme ve yargıyı kontrol altına almış, orduyla anlaşmış, eğitimde, sağlıkta, akla gelebilecek her alanda kendi kadrolarını yaratmış bir siyasal iktidarın bir otel sahibine gücü yetmez! Bunu tersine çevirecek gücünüz yoksa, milyonlarca insan buna inanır!  Güçsüzlük, alternatif olamama hali ise yalnızca eleştiren, durum tespiti yapan kişiler ve siyasi partiler yaratır. Dikkat edin, en çok uzlaşma ve hoşgörü talebinde bulunanlar, özgüvenleri olmayanlardır, kendini güçsüz hissedenlerdir ve tabiî ki sayıca az olanlardır.
Özgüveni olanların çıkardıkları sesler ise sanılandan daha fazla etki yaratır. Kaldı ki bunun koşulları ülkede yeterince mevcut. Yeterki ses çıkartmasını bilelim:  Madımak katliamının film yapılması için çalışmalarda bulunan yönetmen Sırrı Süreyya Önder bunlardan biri. Ertuğrul Günay’ın ‘Madımak Oteli’ni kamulaştırmaya gücümüz yetmiyor’ dediği programda Önder, Sivas’ın ‘üzerine çöken toz dumana en anlamlı cevabı verecek olan Sivaslılar' dır.
 Bi kalkın ayağa; bu densizliğe, bu terbiyesizliğe, bu vandallığa, bu lekeye bir dur deyin. Reşit her bireyin omuzundadır bu yük’ diyebilmektedir.
Ses çıkarmak, ‘her şeyi biz biliriz, biz yaparız’ edasında olanlara, ‘hayır öyle değil, bu iş böyledir’ demek, alternatif bir oluşumun gerçekleşmesine doğrudan katkı sunmak anlamına geliyor. 32. Gün programında siyasi yaklaşımları oldukça tartışmalı olsa da, programda Türkan Saylan’ı özgürlük düşmanı ilan eden Vakit yazarı karşısında kavgayı göze alan Ümit Zileli ve Mehmet Faraç’ın tavırlarını da bu çerçevede önemsemek gerekir.