Barış İnce’nin ilk kitabı ‘Çelişki’ Can Yayınları arasından çıktı. ‘Çelişki’, anlatıcının kendi sesini bulmasıyla birlikte kendi gerçeğini de yaratmaya başlıyor. Bu durum toplumsal gerçeklikle bağın daha kolay kurulmasını sağlıyor

Sesini arayan bir roman

DOĞUŞ SARPKAYA

İster tanıtım yazısı olsun isterse eleştiri, ilk eserler hakkında yazmak her zaman zordur. Özellikle romanda karşımıza çıkan bu durumun sebebi, ilk roman arazları da diyebileceğimiz şeylerle karşılaşmanın kaçınılmaz olmasıdır. Kurguda yaşanan sorunlar, abartılı zarf kullanımı, romanın meselesi ile kullanılan teknik arasındaki gerilimler gibi sıralanabilecek bir dizi sorun yüzünden ilk romanlar eleştirilirken doz aşımı yaşanabilir. İlk roman olduğu için bu sorunlar görmezden mi gelinecektir, yoksa yazarın kendine bir ‘çeki düzen’ vermesi mi sağlanacaktır? Üstelik yazarın sonraki kitapları için cesaretini kıracak şeyler yazmaktan çekinirken buluruz kendimizi.

Barış İnce’nin ilk romanı Çelişki’nin ilk otuz sayfasını tam da bunları düşünerek okudum. Yazar romana kararsız başlamış: Hikâyesini mi anlatacak, yoksa fikirlerini açıklayacağı denemeleri kurguyla mı çevreleyecek? Aklını kurcalayan soruların yanıtlarını mı arayacak, yoksa romanının kendi gerçekliğini yaratmasına izin mi verecek? Okuruna geniş alanlar mı bırakacak, yoksa onu sürekli yönlendirecek mi? Romanı birinci tekilde yazarken kendi sesini nasıl gizleyecek, ya da yok edecek? Bu soruların yanı sıra zarfların abartılı kullanımı da işin içine girince Çelişki’nin başarısız bir ilk roman olacağı endişesine kapılmadım değil.
Ama İnce, ilerleyen sayfalarda kararını vererek hikâyenin kendi temposunu kazanmasını sağlayıp, dilini gereksiz zarflardan arındırarak beni endişelerimden kurtarmayı başardı. Çelişki, isimsiz anlatıcının arkadaşı Savaş ile günübirlik Doğanbey’e gitmesiyle açılıyor. “Ege sahillerinin hiyerarşisinin” en alt basamağında olan kahramanlarımız genç bir kız ve onun gürbüz ağabeyiyle tanışırlar ve olaylar gelişmeye başlar. Bu esnada anlatıcının tüm Seferihisar ile Ahmetbeyli hattında arandığını öğreniriz. İsimsiz kahraman ve Savaş, bir anda kendilerini kaçak hayatı yaşarken bulurlar. Çelişki, 1990’ların sonunu, ülkenin Susurluk kazasını sindirmeye çalıştığı, Anasol-d hükümetinin iş başına geçtiği, muhafazakârların ilk seçim zaferlerini kazanmaya başladıkları dönemi anlatıyor aynı zamanda.

Kararsız bir giriş
Romanın kararsız bir girişle başladığını söylemiştim. Şöyle açıklayayım… İnce, ilk sayfalarda tartışılması gerektiğini düşündüğü noktalara temas ediyor. Yazarın sesinin baskın olarak hissedildiği bu bölümler anlatının yapısını bozuyor. Mesela romanın üçüncü sayfasındaki şu bölüme bakalım:
“Seni sevebilecekleri seçip seni sevebileceklerin en onay vereceği şeyleri anlat, sonra da kendini kahraman san. Tüm sosyal ağların içinde olan ya da ardında yatan... Bir nevi kendi ‘cemaatimizi’ oluşturma peşinde değil miyiz hepimiz? İçinde de kendi seçtiklerimiz. Cemaatçilik kötü bir şeydir. Ama ulus bile özünde bir cemaat değil midir? Hem de en ‘hayalî’sinden... Sanal cemaatlerin, sosyal ağların yani, içlerinde en masumu olduğunu kabul etmek gerek”.
Cemaatin “hayali” olduğu savı sosyal bilimlerle ilgilenen ve Benedick Anderson okuyan için oldukça tanıdık ama 17-18 yaşlarında, solcu ağabeylerle tanışmış ama kendi dünyasında yaşayan bir genç için ne kadar bilinirdir, tartışılır. Bu cümleleri karakterin 30’lu yaşlardaki halinin kurduğunu varsaysak bile yine de gerçeklik algımızla suni olarak oynandığı hissine kapılıyoruz. İnce, kendisiyle kahramanı arasındaki o ince çizgiyi aşıyor bu bölümde.

Anlatıcı-karakterin bağımsızlığı
Ama ilerleyen sayfalarda anlatıcı yazarından bağımsızlığını ilan ederek kendi bıçkın dilini kurmaya başlıyor. Çelişki’yi ‘iyi’ roman seviyesine taşıyan da bu oluyor. Mesela şu satırları okurken “anlatıcı mı yoksa yazar mı konuşuyor?” sorusunu sormanıza gerek kalmıyor: “Pardon, özür dilerim, gerçekten. Normalde küfür seven biri değilim. Hatta bu puşt sever ben eleştiririm. Ama şimdi ‘bizim mahallede’ küfretmeyince de ortamın dışına düşülüyor yani. O yüzden şey ettim ben... Hatta bir süre bocaladım, küfürleri birbirine karıştırdım, neyi nereye koyuyorduk şaşırdım.”
Çelişki, anlatıcının kendi sesini bulmasıyla birlikte kendi gerçeğini de yaratmaya başlıyor. Bu durum toplumsal gerçeklikle bağın daha kolay kurulmasını sağlıyor. Çelişkili görünse de nitelikli sanatın başarısı da burada yatar. James Wood, bu durumu “Kurmaca eserlerde, dünyayı karakterlerin gözünden ve onun sözleriyle görürüz; ama aynı zamanda yazarın gözünden ve onun sözleriyle de görürüz,” diyerek ve eserin hem yazarın hem anlatıcının hem de dünyanın gerçekliğini barındırdığını belirterek açıklar. Yazar, karakter ya da dünyanın gerçeği dengeli bir bileşimle bir araya getirilmelidir ki ortaya bir roman çıkabilsin. İnce, kendi bakışını uzaklaştırdıkça karakterinin ve dünyanın gerçeği daha bir görünür olmaya başlıyor. Türkiye toplumunun hızlı bir değişim sürecine girdiği 1990’ların sonunun roman karakterlerinin başkalaşmasıyla birlikte ele alınması ise romanı başka bir boyuta taşıyor.
Kısacası, Barış İnce’nin romanı bir ilk eser arazlarını taşısa da sorunlarını yine metnin içinde çözmeyi başarıyor. Çelişki umut verici bir yazarın ilk romanı olarak adlandırılmayı hak ediyor.