İnsan, en çok çocukluğunda hayal kurar. Aşılmayacak deniz, geçilmeyecek dağ yoktur. Çocukluk insanın devrimcilik hâlidir

Sessiz çığlığı çocuklarımızın ve Alaz’ın üç dileği bize emanet!

LEVENT TURHAN GÜMÜŞ - Haziran Türkiye Yürütme Kurulu Eğitim Komisyonu Üyesi

“En kıymetlilerimiz, çocuklarımız, sessiz bir çığlık halinde bize bakıyor.”

Haziran'ın "Memleket İçin Sorumluluğa Çağrı" kampanyasıyla bağlantılı olarak yayımladığı "Gericiliğin Taciz ve Tecavüzüne Karşı Çocuklarımıza ve Geleceğimize Sahip Çıkıyoruz" bildirisinde yer alıyordu bu cümle.

Çarpıcıydı. İnsanı hemen okuduğunda kavrayan bir yanı vardı. "Neden"ini, "niye"sini düşünürken son üç yıldır afiş, pankart ve duvar resmi olarak paylaşılan, on binlerce belki yüz binlerce insanın bilgisayarına indirdiği, ekran yüzü yaptığı bir fotoğrafı ve fotoğrafta yer alan gülen yüzleri birbirine bağlayan sözü anımsadım: "Arkadaşlar Bize Bakıyor!"

Gezi'de çocuklar da vardı. Evet. Gezi'de hep birlikte çocuktuk. Özgür bir geleceğin kapısını hep birlikte aralamıştık. "Haziran Şafağı'nın Çocukları"nı gülümseyerek resmetmemiz ondandı. Sonra işte yine hep birlikte yaşadık: araladığımız kapı cehennem zebanileri tarafından, cehennem korkusuyla kişilikleri şekillendirilmiş, hep korkmuş, korkarak biat etmiş yeni rejimin temsilcileri tarafından kapatıldı.

Kalbimize astığımız fotoğraflar. Adanmışlık, tevazu, içtenlik.

Bize bakan fotoğraflardaki çocuklardan birinin arkasındaki duvarda yer alan, "Ne oldu ulan... Büyük adam olamadıysak, hayallerimizi satmadık ya!" yazısı bana hâlâ çok dokunur, dönüp dönüp eksik bıraktıklarımıza, yapamadıklarımıza bakarım.

Evet, hayallerimizi satmadık, gerçekçi olup imkânsızı istedik. Gezi isyanı sırasında mucizevi biçimde önümüzde beliren yıldızlı göklerin vaat ettiklerine inandık. Çocuk kaldık.

İnsan, en çok çocukluğunda hayal kurar. Aşılmayacak deniz, geçilmeyecek dağ yoktur. Çocukluk insanın devrimcilik hâlidir. O yüzden hep masala yakın durur, o yüzden her zaman imkânsızı ister. Gerçekle hayal ettikleri arasında gidip gelir çocuk. Büyüklerin dünyasıyla uyumlu hâle geldiği oranda kendi gerçekliğinden, imkânsızından uzaklaşır. Bu uzaklaşmada güven kavramı belirleyicidir. Çocukken şiddete uğramış bireylerin yenilmişlikleri ağırdır. Örselenmişlik kişiyi mecalsiz bırakır. Askerî ya da dinî, her türlü otoritenin yönlendirmesine açık, özgüveni eksik bir özne hâline getirir.

Bu memlekette, yoksul semtlerde büyüyüp de yolu Kuran kursuna düşmemiş çocuk sayısı azdır.

İlkokul yıllarımda, yanlış anımsamıyorsam 1968 yazında benim de yolum düşmüştü. Kurs hocasının ince uzun bir çubukla bizi “azarladığının” akşamı, ağabeyimle birlikte, hayatımızın belki de ilk en önemli kararını vermiştik: dedemiz kusura bakmasındı, elifbası kusur kalsındı, kursa gitmeyecektik. Gitmedik!

Otoriter dedeye karşı çıkmak kolay değildi. Arkadaşlarımızın çoğu babalarına, dedelerine karşı çıkamayıp kursta kaldılar. Kalış o kalış! Önemli bir kısmı şimdilerde iktidar partisinin oy havuzunda belki de hâlâ karşı çıkamadıkları başkaca kaygıları, korkuları üzerinden sistemin bekası doğrultusunda rıza üretimine katkıda bulunuyor. Çocukları, akrabaları milyonlarca yoksul çocuğun bu rıza ve itaat silsilesine dâhil edilmesi yolunda son derece örgütlü biçimde seferber edilmiş durumda. Namaz çıkışlarında, Kuran kursuna yardım adı altında para topluyorlar. Allah için yaptıklarını söylüyorlar bunu, tarikatları, vakıfları için!

sessiz-cigligi-cocuklarimizin-ve-alaz-in-uc-dilegi-bize-emanet-125555-1.Tarikat, yol demek. Memlekette çok sayıda tarikat ve bu tarikatlara ait yüzlerce Vakıf var. Uzun zamandan bu yana açıkça biliniyor: Siyasal İslam'ın ihtiyaç duyduğu insan tipininin oluşturulmasında Vakıflar önemli bir rol oynuyorlar. Tüm insanî değerleri Kuran-ı Kerim üzerinden kodlayan Değerler Eğitimi, derdi tasası küçücük kız çocuklarının "ümmete anne olarak yetiştirilmesi" olan Sübyan Mektepleri gibi projeler MEB, Diyanet ve Vakıflar işbirliğiyle gerçekleştiriliyor. Siyasal İslam’ın rahle-i tedrisinden geçmiş, mutlak itaatle yoğrulmuş hocaların elinde yoksul çocuklarının zihinleri ve bedenleri heder ediliyor. Siyasal İslam'ın vaizleri, her gün her saat din ve aile büyüklerine itaat edilmesi gerektiğini vaaz ediyorlar. Kadınlar korkuyor. Erkekler korkuyor. Ama biliyoruz ki en çok çocuklar korkuyor. Suç işlediklerinde cezalandırılacaklarından, cehennemlik olacaklarından korkuyorlar. Günahla kabahat aynı kapıya çıkıyor, itiraz edemiyorlar, sorgulayamıyorlar. Sonra bir gün bakıyoruz ki kırk beş çocuğa tecavüz edilmiş. Hem de bir din görevlisi tarafından ve aylarca sürmüş tecavüz.

Herkesin bildiği sırlar vardır. Karaman’daki vaka, böyle bir şey aslında. Bu topraklarda çocuğa, kadına, güçsüz gördüğü her kişi ve kesime karşı cinsellik de içinde olmak üzere şiddet uygulayabileceğini düşünen geniş bir toplumsal tabaka ve bu düşünceyi besleyen, gerici bir ideolojik kültürel zemin var. Bu gerçeği unutmazsak, Karaman rezaleti ertesinde yaşanan mide bulandırıcı savunulara da şaşırmayız. Örgütlü bir gericilik var karşımızda. Son derece organizeler. Karaman ve Ensar Vakfı olayında olduğu gibi hep birlikte hemen harekete geçiyor, tecavüz edeni değil tecavüz olayını açığa çıkartanları suçluyor, böyle suçüstü yakalanma durumlarında hep olduğu üzere hedeflenenin din olduğunu söyleyip yaygara kopartıyor, “kutsalları”na hakaret edildiği palavrasıyla tehditler savuruyorlar. Çalınan çocukluğun, masumiyetin üzeri riyakar ve sinsi bir utanmazlıkla din, hizmet, devlet şalıyla örtülüyor. Bir çocuğun masumiyetinden daha kutsal başka bir şeyin olamayacağı unutturulmak isteniyor.
Geceleyin, karanlıkta oluyor bütün bunlar. Geriye çocukların sessiz çığlığı kalıyor.

Oysa biliyoruz, hiç bir zaman tam karanlık değildir gece. Uzaklarda ışıldayan yıldızlar vardır ve o yıldızlar en çok da karanlıkta, koyu, zifiri karanlıkta görülürler.

Geceleri gökyüzüne baktıklarında çocuklar büyük bir saflık ve merakla "Benim yıldızım hangisi?" diye sorarlar. Siz belki şöyle yanıtlarsınız: "Şu, Büyük Ayı Takımyıldızı'nın hemen altında göz kırpan yıldız var ya, işte o senin yıldızın!”. İnanırlar. Ertesi gün yine sorarlar. Siz yine anlatırsınız. Yine inanırlar. Masumdurlar. Çünkü size güveniyorlardır. Ama güven bir kez sarsıldı mı, akıl yürütmeleri devre dışı kalıp korku baskın hâle geldi mi ortada ne masumiyet kalır ne de yıldız gözeleriyle dolu kâinat.

Dilimin ucunda, "çocuklardık, parlak yıldızlardık o zaman" dizeleriyle masumiyetin iyileştiriciliğini arayan o eski şarkı. Yeğenim Alaz geliyor aklıma. Yıldız kayarken tutulan dileklerin gerçekleşeceğine inanıyor Alaz. Türk'ü, Kürt’ü, Alevî’si, Gâvur'u bir onun için. Yeşilin, börtü böceğin içinde, Ada'da yaşıyor. Arkadaşları faytoncu, balıkçı, öğretmen, farklı dinlerden kişilerin çocukları. Bir kaç gün önce hep birlikte Terk-i Dünya Manastırı'na gitmişler. Üç mum dikip üç dilekte bulunmuş Alaz. İlki: Dünyadaki tüm savaşlar bitsin. İkincisi: Suriyeli çocuklar aç kalmasın, okula gidebilsin. Üçüncüsü ve sonuncusu: Kendisi de hep özgüvenli bir çocuk olarak büyüyebilsin.

Alaz’la birlikte aklımız şarkılanıyor. Elbet gökten üç elma düşecek ve elbet ayrımsız tüm çocukların istekleri vakti geldiğinde gerçekleşecek.

O zamana kadar Karaman'daki, Yusufeli'ndeki ve bilmediğimiz daha nice ücralardaki çocukların sessiz çığlığı bize emanet.

Ve tabii Alaz’ın üç dileği!...