Gezi’den bir kaç ay önceydi, “Gündemin Kenarı” adını verdiğim köşede siyaset yazılarına  ‘Merhaba’ dedim. Polisin sabah namazının ardından Gezi’ye yaptığı ilk saldırıdan geriye kalan gaz bulutu dağılmadan kaldırıma çöküp umut dolu yazılar da,  konserler için çıktığım yollarda kendi içimde yolculuk yapıp ‘umut’a bazen hayli mesafeli yazılar da kaleme aldım. Yazı günleri, yazıyı e-posta ile yollamaktan öte, bu gazetede neden var olmak istediğime olan inanç ve heyecanla, belki birileri için küçük ama benim için çok özel, naçizane çabalarım oldu. Spor sayfası için yazılar kaleme aldım, bir kaç arkadaşı yazmaları için destekledim. Türk Solu ve Kürt hareketinin birbirini anlaması adına röportajlar yaptım. Devam etmek de istedim ancak ne yazık ki sürdürülemedi. ‘Bir Gün’ de köşe yazarı’ olmak unvanını, büyük bir özveriyle çıkarılan, çalışan ücretlerinin bin bir zahmetle ödendiği günlerde gazetede tanık olduğum olağanüstü çabayı uzaktan seyrederek taşımak bana ağır geldi. Bu çabanın bir parçası olmak istediğimden yaptım, denedim bütün bunları. Benim gibi düşünen başka yazarların ve hatta okurların ortaklaşmasıyla BirGün’ü her geçen gün daha ‘sahiplenilen’ bir noktaya ulaştı.

Müzisyenden köşe yazarı olur mu?

Kendimi müzisyenlik mertebesinde görmedim, hiç ama. Dertli birisiyim. Çünkü kendimi bildim bileli dünya ağrısı çekerim. O yüzden kimsenin tekeline alamayacağı yazmak gibi de bir derdim ve heyecanım vardır benim, bilen bilir. Bu nedenle insanlık tarihine ilişkin bilimsel yazılarımda bile kimse kuru kuru tarih bilgisi göremez. Her bir yazının geçmişle derdi vardır, şimdiyle bir hesaplaşması. Bunları anlatmamın nedeni; yazmaya başladığım ilk günden itibaren en fazla kulağımı çınlatan “Müzisyen adam müziğine baksın. Herkes bildiği işi yapsın” ve benzeri eleştiriler. Kimi kibirlerin hor göreceği bir samimiyet.  Ancak benim, bana verilen bu köşeye sadakatim samimiyetim. İhanet edemem. Malum, memleket insanının biraz görünür olanla pamuk ipliğinde, aşk-nefret ilişkisi var. Ya en kısa yoldan kahraman yapar ya da hemen taşlamak ister. Her ne kadar popüler bir figür olmasam da, yazmaya başladığım günden bu yana sık sık bu duruma maruz kaldım. Oysa AKP iktidara geldiğinde, değişen siyasi konjonktürün bir sonucu olarak, medya ve iktidar arasında arabuluculuk yapsın diye genel yayın yönetmeni yapılan, gazete köşesi verilen, televizyon programlarına demirbaş yapılan isimler oldu. Medyanın en korunaklı yerlerine konumlandırıldıklarından olsa gerek, kimse bu isimlerin geçmişlerinde Ramazan davulculuğu olup olmadığıyla ilgilenmiyor. Aksine çoğu gazeteci ve muhabir arkadaş bu isimlerin etrafında olmak, masalarından yer kapmak adına adeta yarışıyor. Son on iki yılda resmi geçit töreni gibi önümüzde duran örnekler aslında kimsenin hak ettiği yerde olmadığını göstermiyor mu, küçük bir köyden hallice Türkiye’de? Ve ne tuhaftır ki, bu cehennemin inşasına cenneti düşleyen bizler de yardım ediyoruz.

Bir süredir iç sesim “Söyleyecek sözün kalmadı, kendini tekrar ediyorsun, boşluğa konuşuyorsun, anlamı yok diyor.” Biliyorum bu uzun sürmeyecek. Çünkü dediğim gibi benim bu dünya ile bir derdim var, o yüzden ne dinlemekten ne de yazmaktan vazgeçebilirim. Ama bazen durmak, yerini başkalarına, söyleyecek sözü ve heyecanı olanlara bırakmak gerekiyor. Aynı gazetenin aynı sayfasındaki köşelerinde sanki hiç yaşlanmıyorlarmış gibi, aynı şeyleri geveleyen köşe yazarlarıyla dolu bir ortamda kendimi daha üretken hissetmek, yeni ve başka isimlerin üretkenliklerine tanık olmak için gazeteden ayrılma kararı aldığım söylenebilir. Benim de gelecek adına ‘umutlanmak’ için bir molaya ihtiyacım var kısaca.  Yine de geçtiğimiz haftalarda gazeteyle ilişiği kesilen Akın Olgun’a yapılanı yanlış bulduğumu gizlemeyeceğim. Hele de benzer bir uyarı bana da yapılmışken. Bunu saklamanın gazeteye yararı olacağına inanmıyorum. Nihayetinde BirGün bu noktaya sadece manşetlerinden aldığı alkışla değil, aynı manşetlere ve siyasi yaklaşımına yapılan eleştirilerle gelmiştir. Daha güzel günlerin yolu eleştirilerin dikkate alınmasından geçer. Uzatmayayım, Sessiz sedasız geldiğim, vakti geldiğinde aynı düsturla gitmekte olduğum BirGün’ün okuyucularına ilgi ve desteklerinden ötürü teşekkürü borç bilirim. Hoşça kalın.