“Sessizliğin Sesi”ni muhakkak görün! Sonra da ne yapıp edip, “Öldürme Eylemi”ni bulup izleyin. İçiniz kararacak ama linç çetelerinin sokaklarda dolaşmaya başladığı günümüz Türkiyesi’nde bu filmleri izlemek maalesef elzem

komunist-soykirimi-70607-1.

1965’te Endonezya’da 20. yüzyılın en büyük soykırımlarından biri gerçekleşti. Başta ABD ve Büyük Britanya’nın desteklediği, kaynak ve silah sağladığı bu soykırımda bir milyonun üzerinde insan “komünist” oldukları gereçesiyle öldürüldüler. Bu soykırıma bırakın ses çıkarmayı, destek oldu Batılı ülkeler. Hâlâ da sorumluluğu üstlenen yok, ne Endonezya’da ne de Batı’da. Hatta Oppenhemer’in BAFTA ödül töreninde Batı’yı sorumluluğunu üstlenmeye çağıran konuşması, sansürlenerek internete konmuş. İnsan hakları ve demokrasi söylemleri her zaman olduğu gibi bugün de sadece sadece ve sadece politik amaçlar doğrultusunda kullanılan kavramlar ne yazık ki.

Yalan tarih okullarda
Amerikalı yönetmen Joshua Oppenheimer, soykırımın ne olduğunu bilen, Nazilerin Yahudi soykırımına kurban vermiş bir aileden geliyor. Oppenheimer yıllarca Endonezya’da yaşamış, dillerini öğrenmiş. Bu sırada soykırımla ilgili bilgiler toplamış. Endonezya’da bu korkunç dönemin suçluları, bugün de güçlü konumdalar. İktidardalar. Dolayısıyla, hiçbir şekilde soykırımla yüzleşilmemiş. Aksine okullarda, yalan bir tarih anlatılıyor. Komünistlerin ne kadar korkunç oldukları, nasıl işkenceler yaptıkları derslerin konusu. Oysa gerçeğin bunla uzaktan yakından alakası yok.

Endonezya’nın askeri yönetimi, işi sağlama almış, soykırımı ordu doğrudan yapmamış. Sadece soykırımı yapan çeteleri korumuş, kollamış ve desteklemiş. Yandaş basın da istihbarat kaynağı olarak hizmet vermiş.
Oppenheimer’ın bu konuyu ilk ele alan filmi “Öldürme Eylemi” (The Act of Killing) adını taşıyordu. Bizde festivallerde gösterildi ama vizyona girmedi. Bu filmin “film içinde film” denilen bir yapısı var. Dönemin eli kanlı katillerinin hâlâ eylemlerini büyük bir gururla anlattıklarını gören Oppenheimer, onlara o dönemi canlandırma imkânı sağlıyor.

Film mi gerçek mi?
Katillerin birkaçı, zamanında sinema filmi karaborsacılığı yapan “sinefiller”, yani sinema âşıkları. Âşık oldukları sinema türleri de Amerikan gangster , western ya da korku filmleri. Buradaki sadistik öldürme sahnelerine bayılıyor, Amerikan gangsterlerine özeniyorlar. Fakat komünistler, Hollywood filmlerine karşılar ve piyasadaki hâkimiyetinin azalmasını istiyor. Bu da karaborsacıların ekmek parasıya oynamak demek. Sadece o da değil, dediğimiz gibi bu çeteler sinemaya âşıklar!

Devlet kendilerine komünistleri öldürme görevi verdiğinde de iştahla ve hevesle bu işi üstleniyorlar. Oppenheimer, onlara, kâh western, kâh gangster filmi, kâh müzikal film mizanseni içinde cinayetlerini canlandırtıyor. Bazen bütün bir köy film icabı yakılıp, yıkılıyor. Filmle, gerçeği ayırt etmede güçlük çeken köylü çocukları uzun süre ağlama krizi geçiriyorlar.
“Öldürme Eylemi”nde yaptıklarının hesabını soran kimseyle karşılaşmayan, aksine yönetmeni de kendilerinden sanan katillerden biri, ciddi vicdan muhasebesine girebiliyor. Belgeseli çekilen kim olursa olsun, Oppenheimer’in yönetiminin ahlaki bir sorunu var. Film, filme çektiği insanları kandırıyor. Sonuç bize, paha biçilmez değerde bir belge bıraktığı için hoş görülmeli belki de. Fakat bu casusluk gibi bir şey aynı zamanda. Bilgi sızdırmak için, başka biri kılığına girmek... Ben yapmazdım, diyeyim. Bir de çocukların film çekimi sırasında çektikleri var ki, bence affedilmez. Çocuklar annelerinin, babalarının öldürüldüğü canlandırma sahnelerinde gerçekten travma yaşıyorlar.

komunist-soykirimi-70608-1.

Bu filmde farklı bir yol
Bence çok daha iyi bir belgesel olan “Sessizliğin Bakışı”nda Oppenheimer farklı bir yol izliyor. Bu kez abisi öldürülen bir göz doktoruyla birlikte, katillerin peşine düşüyorlar. Öldürdükleri birinin kardeşini karşılarında gören eski çeteci, yeni muktedirler bu kez son derece sert çıkıyorlar. Hiçbir biçimde sorumluluk üstlenmedikleri gibi, tehdit savurmaktan da geri durmuyorlar.
İki katilin doktorun kardeşini nasıl öldürdüklerini anlattıkları sahneler ise, akıldan çıkacak gibi değil. İnsanın bu kadar düşmesini, bu kadar değersizleşmesini sinemada daha önce görmemiştim. Bu katillerin inançlı Müslümanlar olduğunu söylediğimde, birileri hop oturup hop kalkabilir. Gerçek İslam bu değil diyebilir. Tabii ki Müslüman eşittir katil, terörist demek Batı’nın İslamofobik bakışı. Bunlar Müslüman değil demek de aynı derecede yanlış ama. Bu katiller, kendilerini Müslüman, komünistleri de öldürülmeleri farz olan inançsızlar olarak görmese, bu cinayetleri o kadar kolay işleyemezlerdi. Bugün IŞİD’cilerin insanların kalbini söküp yemeleri gibi, Endonezya’nın mümin katilleri de kurbanlarının kanını içmiş. İnançlarına göre, kurbanın kanını içen delirmezmiş. İçmeyenler de delirmişmiş zaten. Palmiye ağaçlarına çıkıp, ezan okuyanlar varmış delirenlerin içlerinde.

Tehlike geçmiş değil
Endonezya’da bugün katiller, kurbanlarının aileleriyle komşu olarak yaşamayı sürdürüyorlar. Kurbanların aileleri her an yeniden dehşeti hatırlıyor ama hesap soramıyorlar. Batı da, kendi sermayesine ucuz emek ve talan edilecek doğal kaynaklar sunmuş olan bu rejimle iyi geçinmeyi sürdürüyor. Ama Endonezya’da bir şeyler de değişmeye başlamış. Görece daha sol hükümetler iş başında şimdi. Ama tehlike geçmiş değil. Bu yüzden filme katkıda bulunan Endonezyalların adları jenerikte “anonim” olarak geçiyor.
“Sessizliğin Sesi”ni muhakkak görün! Sonra da ne yapıp edip, “Öldürme Eylemi”ni bulup izleyin. İçiniz kararacak ama linç çetelerinin sokaklarda dolaşmaya başladığı günümüz Türkiyesi’nde bu filmleri izlemek maalesef elzem. Bu iki film için sayfalarca daha yazı yazılabilir, yazılmalı da.