Kafiyesi de var: Sessizliğin Sesi, OHAL Türkiyesi.

Tamam, OHAL kısaltmasından vazgeçmeyelim, lakin Olağanüstü Hal değil artık, Otoriter Hal olarak OHAL Rejimi! Zaten ‘terörle mücadeleye ilişkin düzenlemeyi’ içeren kanunla da her şey olağanlaştı (!) zahir. Olağan bir halde valilere süper yetkiler tanınıyor, toplantı ve yürüyüş hakları tırpanlanıyor, sendikalar ve meslek örgütleri Saray’a bağlanıyor, gözaltı süresi uzatılıyor, istenilen kişilerin pasaportlarına el konabiliyor vb. Şaka değil gerçek ha, belki de en vahimi (!) keçiboynuzunun da son kararnamede El-Reis’e bağlanmış olması, keşke harnup deselerdi.

İyi de böyle çark döner mi? Dönmez elbette. Belki bir süre daha ses kesilmesine vesile olabilir.

Dört yıl önce bu köşede size bir şarkı dinletmiştim. Gençliğimin şarkısı, “Hello darkness, my old friend” diye başlayan, Paul Simon’ın yazıp söylediği ‘Sound Of Silence/Sessizliğin Sesi’ [http://tinyurl.com/79fhkhj]:
Merhaba karanlık, ey eski dostum / İşte yine seninle sohbete geldim. / Çünkü uyurken, ürpertici bir hayal serpti tohumlarını / Ve beynimde filizlenen o hayal / Hâlâ orada, / sessizliğin sesinde, duruyor…

Huzursuz düşlerimde tek başıma yürüdüm / Parke taşlı dar sokaklarda / Ve bir sokak lambası ışığı altında/ Soğuktan ve nemden korunmak için, ceketimin yakalarını kaldırdım./ Gözlerim geceyi bölen bir neon ışığıyla kamaştığında / Ve sessizliğin sesine dokunduğunda…

Ve işte o çıplak ışıkta gördüm ki / On bin insan belki daha fazlası, / Hiçbir şey söylemiyor sadece konuşuyorlar / Hiçbir şey dinlemiyor sadece işitiyorlar / Asla ortak söylenemeyen şarkılar yazıyorlar / Hiç kimse / Sessizliğin sesini bozmaya cüret edemiyor.

“Aptallar” dedim, “bilmiyorsunuz işte aptallar, / Sessizlik kanser gibi büyür. / Sizlere öğretebileceğim sözleri dinleyin / Sizlere ulaşabileceğim kollarıma uzanın.”

Heyhat, sözlerim sessiz yağmur damlaları gibi düştü yere / Ve sessizliğin kuyusunda yankılandı öylece.
Ve o insanlar, kendi yarattıkları neon tanrısı önünde / Secde ettiler, dua ettiler. / Ve aniden öfkeli bir alamet belirdi, kendince uyardı o insanları.

Ve alamet şöyle dedi: / “Bilgelerin sözleri/ altgeçit duvarlarında / ve kiralık evlerin salonlarında yazılıdır / Ve sessizliğin sesinde fısıldanır, fısıldanır...”

Şarkının ardından, dört yıl önce söylediklerimi şimdi güncelleyerek tekrarlıyorum:

Sessizliğin sesi uzun süredir, 2013’ten bu yana, fısıltı olmaktan çıkıyor. Sessizliğin sesi, bir uğultu, öfkeli homurtuların, gözyaşlarıyla ıslanan hıçkırıkların, kararlı sloganların toplamı bir uğultu olarak devam ediyor. Uluyanlar karşısında toplumun yarısı hâlâ uğulduyor.

[[Sürekli maruz kaldığımız şey de işte, uğultunun karşısındaki kuru gürültü! Mitinglerinde on binlerce ve belki daha fazlası insanın gürültüsü vardı. Ama aslında bir sessizlik içindeydiler, gürültülü bir sessizlik... Hiçbir şey söylemeden konuşuyor ve bağırıyorlardı. İşitiyorlar ama dinlemiyorlardı. Anlamını kavramadıkları tezahüratlara katılıyorlardı. Ve hiçbirisi henüz sessizliğin asıl yükselen sesini duymaya cüret edemiyordu. Gürültülü sessizlikleri de, evet, bir kanser gibi büyüyordu. O insanlar, ah o insancıklar, din iman adına, kendi yarattıkları para tanrısının neon ışıltısına secde ettiriliyorlardı biteviye. Ve hâlâ da öyle.]]

Ama şarkıdaki gibi bir alamet belirmeyecek ve insanlar alamet beklemeyecek!

Peki sessizliğin sesindeki fısıltılar muhalefet kuyusunda yankılanıp duracak mı? CHP ve HDP dâhil toplumsal muhalefetin geneli hakkında geçerlidir: Çözüm Google’a “muhalefet ne etsin” diye yazıp bulunmayacak. Haberlerdeki gibi “adını vermek istemeyen bir yetkili” de çözümü söylemeyecek. Çünkü ne yapılması gerektiğini herkes ama herkes aslında kendince biliyordu ve biliyor. Elbette herkes fikrini söylesin, elbette tartışılsın ve yeni çözümler, yeni seçenekler aransın. Ama bu kez mutlaka gereği yapılsın. Beklenmesin. Hakiki muhalefet bazen kendine muhalefetle başlar, sahi özeleştiri denmiyor muydu bu işe?

Sol hareketin toplumsal gücü ve desteği yeterli değildir. Bunu hep bildik. Ama mazeret değil, tespit. Öyleyse bundan sonrası önemlidir. Ve mücadele uzun soluklu bir mücadeledir.

Merhaba devrim aydınlığı, ey eski dostum / İşte yine seninle sohbete geldim...