Hafta sonunda SETA’nın ‘Uluslararası Medya Kuruluşlarının Medya Uzantıları’ isimli raporu ortalığa saçıldı. Raporun içeriğini hepiniz gördünüz zaten. Asıl soru, bu raporun amacı ne? Raporun amacı konusunda İsmail Saymaz’a katılıyorum. Rapor bir fişleme faaliyeti olmanın yanı sıra raporda sayılan medya kuruluşlarına mesaj yolluyor. İsmail de benim gibi Doğan Medya’nın önce çöküşü sonra da satılması süreçlerini bire […]

Hafta sonunda SETA’nın ‘Uluslararası Medya Kuruluşlarının Medya Uzantıları’ isimli raporu ortalığa saçıldı. Raporun içeriğini hepiniz gördünüz zaten. Asıl soru, bu raporun amacı ne? Raporun amacı konusunda İsmail Saymaz’a katılıyorum. Rapor bir fişleme faaliyeti olmanın yanı sıra raporda sayılan medya kuruluşlarına mesaj yolluyor. İsmail de benim gibi Doğan Medya’nın önce çöküşü sonra da satılması süreçlerini bire bir yaşadığı için, bu işler iktidarca nasıl yürütülüyor yaşayarak öğrendik. SETA raporuyla benim de katkı sunduğum Deutsche Welle, BBC, VOA gibi kuruluşlara, ‘bak sen bu hain gazetecilerle çalışıyorsun, bunları yolla, bizim çocukları al’, mesajı veriliyor.

Doğan Medya’yı da iktidar önce bu yolla ehlileştirmeye(!) başlamıştı. Aydın beye, ‘bizim mahalleden de çocukları işe alın’ mesajları gitti. Doğan Medyada AKP politikalarını destekleyen yazarlar, yöneticiler ve ekran yüzleri furyası başladı. Zaman içinde bu yazarların ve yöneticilerin bir kısmı AKP ile ters düştü. Zamanla iktidar da vites değiştirdi, bizim çocuklar da yazısından, ‘bizden olmayan kimse sizde çalışması’na geçildi. Verilen tavizler bu iktidara yetmedi. Sonunda Aydın Doğan hepimizin bildiği gibi bir gün ansızın tüm medya varlıklarını satıverdi.

AKP aslında o dönem yaptığı çok benzer şeyleri bugün uluslararası basın-yayın kuruluşlarına yapmaya çalışıyor. Gezi sonrası, iktidar Doğan Medya’ya bir nevi küsmüştü. Bakanlar, AKP’li milletvekilleri asla CNNTÜRK ve Kanal D ekranlarına çıkmıyorlar, muhabirlere bilgi vermiyorlardı. Bu yöntemle iktidar kendince kızdığı medya kuruluşlarını izole etmeyi, zaman içinde de kriminalize etmeyi hedefliyor. AKP’li politikacılar asla bu medya organlarına konuşmuyor, sonra da kamuoyuna dönüp, “Bakın bunlar sırf muhalefetle konuşuyor, bunlar tarafsız değil, bunlar gazeteci değil” söylemini tekrarlıyor. Bir dönem CNNTÜRK için ha bire, ‘Selahattin Demirtaş’a saz çaldırdılar’ diye dövünüp duruyordu AKP’li siyasiler hatırlarsanız. O söylem de işte tam da bu stratejinin parçasıydı. Şimdi çok neleri uluslararası basın kuruluşlarına uygulanıyor.

Strateji şu: Konuşma, suçla, değişime zorla

Önceki hafta Alman Die Welt Gazetesi, Deniz Yücel ile ilgili verilen Anayasa Mahkemesi kararı ile ilgili siyasilerden yorum alarak bir haber toplamamı istedi. CHP, HDP ve İYİ Parti’den yorum almak epey kolay oldu. Milletvekilleri hemen demeçlerini verdi. İşin zorlu kısmı ise AKP oldu. Genel Merkezden önce Mahir Ünal’ın ofisine yönlendirildim, Mahir Ünal’ın ofisi Ömer Çelik’in ofisine yönlendirdi. Ömer Çelik’in ofisi neden kendilerine başvurduğumu şaşırarak sordu, yaşadığım süreci anlattım, Mahir Ünal’ın ofisinden yönlendirdiklerini söyledim. Soracağım soruyu Ömer Çelik’in özel kalemine bildirdim, tüm partilerden görüş aldığımı söyledim. Bana döneceklerini söylediler ama asla dönmediler. Haber dengeli olsun diye AKP Milletvekili Mustafa Yeneroğlu’nun konuyla ilgili attığı tweeti habere ekledik.

Benzer şeyleri Atlantic Dergisine yazan bir meslektaşım anlattı. AKP’li yetkililerden, dahası devlet kurumlarından asla geri dönüş alamadıklarını söyledi. AKP dönüp dönüp, Türkiye ile ilgili tek yanlı haberler çıkıyor, bunlar bize düşman edebiyatı yapıyor. Bunun arkasında ise işte bir strateji var. Kendilerinin istediklerini istedikleri gibi yazmayan kuruluşları kendilerince tek tarafı ilan etmek, bu kuruluşlara da o gazetecileri kovun, bizim yeğeni damadı işe alın demek.

Bakalım Türkiye’de faaliyet göstermeye çalışan uluslararası kuruluşlar da Doğan Medyalaşacak mı, hep beraber yaşayıp göreceğiz.