Sevda Şener’i anarken…

Sevda Şener hocamızın üniversite yıllarımızda kulağımıza küpe olan sözlerinden biri, “Dram sanatı insanı eşiklerde sınar!”dı. Öncelikle tiyatroda, insan kişiliğinin en iyi belirlendiği süreçlerin birtakım geçitler olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. İnsan bu eşikleri atlayarak yeni bir döneme girer. Öte yandan eşik atlamak öyle kolay değildir. Her şeyden önce insan, eşikte sınandığı koşulları alt etmeye açık olmalı, dahası yeni durumlara uyum sağlamalıdır. Bunun için de koşulsuz cesaret, esneklik, açıklık, beceriklilik gibi temel koşulların yanında, bağlı olduğun toplumun kurallarını da göz ardı etmemen gerekir.

Sevda hocamızın bu sözünü rahatlıkla, “Yaşama sanatı insanı eşiklerde sınar”a çevirebiliriz. Tiyatronun hayatın ta kendisi olduğunu gösteren bir bakış açısıdır bu. Nitekim o da derslerini anlatırken önceliği “insan olmak”a getirirdi. Hayatın getirdiklerinin hemen yanında tiyatronun gelişim çizgisini akılla harmanlayan bir bakış açısıyla sunardı bizlere.

Önceki gün Ayşegül Yüksel, hocamızın vefatının yedinci yılında Cumhuriyet gazetesinde yazdığı yazıda; toplumun temel prensiplerini, değerlerini göz önüne alan bir ortamda yetişen bir kadının rahatlıkla kolaya kaçabileceğini anlatarak hocamızın bu tuzağa düşmeden kendini nasıl var ettiğini yazdı.

Gerçekten de Sevda Şener toplumun sunduğu ideal kadın modelini üstüne rahatlıkla giyebilirdi. Ama o, tiyatro alanına verdiği hizmetlerle gerçek bir aydın olarak karşımıza çıktı. Bugün sağda solda “en önemli Cumhuriyet kadınları” diye yapılan fotoğraflamalarda onun adını görmeyince içimi bir hüzün kaplıyor.

Tiyatroyla ilgilenenler öncelikle sanatının da gereği duygusal taşmalarla, önü açık sezgilerle yaşamda yol alırlar. Ama Sevda Şener öncelikle öğrencilerine sanatla akıl arasındaki derinlikli bağı anlatmaya çalışırdı. Onların sentezci bir bakış açısına sahip olmasını isterdi. Ezberlenmiş bilgiden, özümsenmemiş yöntemlerden kaçınmayı salık verirdi.

Belki de bu nedenle dünya tiyatrosundan tarihselliği ön plana taşıyan kitapları bire bir çevirmek yerine kendi damıtılmış bilgisiyle eserler kaleme almayı ve üretmeyi tercih etti. Tiyatro bilimcisi olarak yazdığı “Oyundan Düşünceye” kitabının adı bile sanatta bilimin ve aklın ferasetini ön plana taşıma amacını kanıtlayabilir.

Genellikle akademilerde “benden sonra tufan olsun” mantığıyla tek seçici olma anlayışı öne çıkar. Sevda hocamızın da olduğu DTCF Tiyatro Bölümü’nde hiçbir zaman böyle bir yapının içinde olunmadı. Her zaman iyi olana destek olundu. Onun elinden tutuldu. Dedikodulardan, çelmelemelerden uzak bir alan teslim edildi bize. Bugün KHK ile yedi akademisyen bölümden atılıyorsa Sevda Şener gibi hocalarımızın öğrettiği diğerkamlığı da konuşmamız gerekir. Elbette her zaman Selda Öndül, Tülin Sağlam ve Süreyya Karacabey gibi kıymetli isimlerin hocalarım olmasının onurunu taşıyorum.

Sevda hoca, okuldaki eğitimlerinden sonra da öğrencileriyle bağını koparmaz, onların gelişim çizgisini izlemeye çaba gösterirdi. Yıllar yıllar önce Cumhuriyet gazetesinde yazdığım bir yazıda bir yazarın adını yanlış yazdım. Aklımı Leyla Erbil’in tabiriyle “zihin kuşları” karıştırdı. Sabah erken yazıyı gördüm. İçim içimi yiyordu. Bir telefon… Sevda hocam… Hem doğru yolu gösterdi. Hem de üzülmemem için geçmişte bir yazısında yaptığı isim karışıklığından örnek verdi. Her zaman öğrencilerine doğru yolu gösteren bilge kişiliğiyle sırtımızı sıvazladı.

Sevda hocamı çok özlüyorum.