Sana yazılan mektupların zamanında ulaşıp ulaşmadığı hakkında kesin bilgilere sahip olamadım. Amcan Apo’ya sordum, şu cevabı verdi:

-Can kendisine gelen mektupların tamamına cevap yazıyor.

Bizim Sertaç (Çelik) birkaç ay önce sana mektup yazdığını ama cevap alamadığını söyleyince sana “özgürlük adamız” BirGün’den sesleneyim istedim.

Sen “içeri” atılmadan önce de çok sık görüşemiyorduk. Çünkü sen sadece mahkeme koridorlarında duruşmalar arasında mekik dokumakla kalmıyor, başı dertte olan herkesin yanında oluyordun. Senin varlığını haberlerinden takip ediyordum.

Şimdi de farklı değil durum… Haksızlıkların olduğu her alanda mutlaka bir kez de senin adın geçiyor. Mesela en son 8 Kasım 2022 Salı akşamı Fener’deki Yuakimion Rum Kız Lisesi’nde Melike Çapan’ın hazırladığı “İmroz’un 1964 Belleği” temalı belgesel ve dokümantasyon Sergisi için toplandığımızda yine senin adın anıldı. Melike Çapan teşekkürler listesine senin adını da yazmıştı. Tabii ki, birlikte mücadele ettiğiniz arkadaşlarının da adlarını tek tek sayarak:

-Can Atalay, Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman, Mine Özerden, Çiğdem Mater, Hakan Altınay ve Osman Kavala!

Nerede “haksızlık” varsa orada dimdik duranların başında sizler geliyorsunuz. Ben seni yine Somalı maden işçileriyle ocağın ağzında, Çorlu tren faciası kurbanlarıyla kanlı rayların üzerinde hak ararken var olduğunu düşünüyorum.

Sadece buralarda değil tabii.. Evde de aklımdasın. Mevsim geçişleri nedeniyle ayakkabılıkta düzenleme yaparken yine sen geliyorsun aklıma. Bej renkli, (pahalı) yazlık sandaletlerimi elime alınca mesela… Bana sen almıştın ilk avukatlık gelirinle. Onları hiç giymiyorum, seninle yine akarsuların içinden geçerek dağlara tırmanacağımız günlere saklıyorum.

O yıllarda sen daha hukuk öğrencisiydin. Sonra mezun oldun sevgili Fikret İlkiz ile bir davadan diğerine koşarak genç yaşta “kıdemli” avukat haline geldin.

Ben “Sosyalistler Meclis’te TİP 1965” belgeselini çekerken seni de kameranın karşısına oturttuğumda “Abi ben o tarihte daha dünyaya gelmemiştim” diye itiraz etmiştin. Çok basit bir yanıtım vardı:

-Evet doğmamıştın ama şimdi (2011) baban Mustafa ve amcan Abdurrahman Atalay ile birlikte TİP Tarihi, Behice Boran kitapları için çalışıyorsun ya..!

Ayrıca 1971’de faşistlerce katledilen TİP Amasya İl Başkanı (amcan) Şerafettin Atalay’ın da ismini taşıyordun. İstemeyerek de olsa o belgesele katkı yaptın.

Aradan üç yıl geçmişti. 2013 Haziranında sık sık seni görüyordum. Bazen polis kalkanlarının önünde “yolu açın bu yasal bir yürüyüştür” derken, bazen de bir otobüsün üzerinde elindeki megafonla güvenlik kuvvetlerini uyarırken:

-Çevik orda kal, ilerleme çevik!

Barışçıl gösteriyi bu uyarılarınla koruyup kolluyordun.

Mektubumun başında belirttiğim gibi sen ve arkadaşların cezaevlerinin küçücük koğuşlarında değil koca ülkenin bütün direniş noktalarındasınız.

Bunun onuru da her türlü zulmün üzerindedir!