Sevgili Che bizimkilere selam söyle

JALE SANCAK

Sevgili Che, zaman zaman sizi bu kadar özel kılan şeyin ne olduğunu düşünürüm. Bir çeşit ayna olduğunuzu, sizi düşünürken kişinin kendi amaçlarının değerini sorguladığını biliyor muydunuz?

Taşkın Pelivan’ın ‘Ölüler Kasabası’ adlı öykü kitabının son öyküsü ‘Sevgili Che Bizimkilere Selam Söyle’ bir mektup öykü. Başlığı görünce ben de kitabı son öyküden okumaya başladım ve en çok bu öyküyü sevdim. ‘Dostum Che, neden insanlar sizi bu kadar seviyor, resimlerinizi duvarlara asıyor, hakkınızda kitaplar yazılıyor, filmleriniz çevriliyor? Bence hiç kimse, olduğu haliyle dünyayı sizin kadar güzel reddetmedi. Evet, sebebi bu olmalı.’

Başa döndüm sonra, ilk öyküyü, kemanın sesini duyarak, dört mevsim sonatının ‘sonbahar’ bölümünü dinleyerek, bir başka deyişle metnin müziğinin eşliğinde yalnızlığın, gittikçe büyüyen boşluğun öyküsü ‘Son Mektup’u okudum.

‘Dürüst olmak gerekirse köy hiç olmadığı kadar eğlenceli bir yer haline gelmişti. Sanırım kimse bu tatlı rüyanın bitmesini istemiyordu. Köyün her hanesinden birkaç meddah türedi, ölülerin odaları tiyatro sahnesine dönüştü.’ Bu satırları alıntıladığım, kitaba adını veren ‘Ölüler Kasabası’ nda ise nefis bir büyülü gerçekçilik ve bir Marquez tadı buldum.

‘Yalnızlığı çöl kadar derin ve büyük’ olan ve adı kız Yekta’ya çıkanların anlatıldığı, aslında asıl kabahatlinin de John Wayne olduğu ‘Ihlamura Fısıldanan Hikâyeler’ de, bir balkon, bir ağaç ve bir serçenin birdenbire ıssızlığı yok edip iki yalnızı birleştirebildiğini, insanın tükenmediğini görmek umut verciydi.

‘Bir süredir olmadık zamanlarda Türkan Şoray’ı düşünüyorum. Onu bir manzarayı, ağacı, bir hayvanı, şehri, bir sokağı, bir antikacı dükkânını sevmişçesine seviyorum. Sultan’a duyduğum sevgi, annemden bana göbek bağı ile geçmiş olabilir.’ Yazar ‘Bu öykünün, tren yoluna bakan balkonda, akşamüstleri oturup trenden inen yolcuların hayatlarını düşleyen bir kadını anlatmak için tasarlandığını söylesem kim inanır?’ diye soruyor okuruna. Eğer tutku genetikse, öyküdeki gibi anadan oğula geçebiliyorsa, neden inanılmasın?

‘Madam Rosa’nın Yemeklerini Unutalım mı?’ Kitabın ikinci mektup öyküsü, bellek, unutmak, hatırlamak, yitirilenler üzerine. ‘Hem sizin hikâyelerinizden ne haber? Hani kimi zaman kalplerinizdeki bir kâğıt kesiğiyle anlattığınız anılarınız, artık kimsenin hatırlamadığı masallar gibi kahramansız mı kalsın? Madam Rosa’nın yemeklerini unutalım mı?’

Üstelik ‘Artık kimse mektup yazmıyor.’ Sahi hiç kimse mi? ‘Ben yazıyorum’ dedi adam, ‘Öp Beni’ de. Üstelik Che’ye. Üstelik batan geminin son kurtulan kişisi olarak adanın kumsalına yüzmeyi başardı.

Kitabın kapak ve öykülere eşlik eden iç resimleri yazarın babası ressam Naim Pelivan’a ait. Ölüler Kasabası’nda birbiriyle ilintili, birbirine eklemlenen dokuz öyküde de klişelerden uzak duran anlatımdaki ince işçilik, dil bilinci, atmosfer yaratmadaki yetkinlik, karakterlerin inandırıcılığı dikkati çekiyor. Taşkın Pelivan’ın öyle hemen okunup geçilmeyecek öykülerinde ironi ile hüzün, trajedi ile komedya bir arada. Soruları ise keskin. Okura güzel bir yolculuk, iyi bir yol arkadaşlığı vaat ediyor.