Sevgili İstanbul, Sen bu mektubu okurken ben çok uzaklarda olacağım.

Sevgili İstanbul, Sen bu mektubu okurken ben çok uzaklarda olacağım. Oturup başka bir şehrin kahvesinde ya kafamı dinliyor ya kafa patlatıyor olacağım. Belki de binip bisikletime  kentin rüzgarına karışacağım. Ama matkap sesleri olmayacak. Kaldırımlar, yollar delik deşik edilmeyecek. Kaldırım diye bir şey olacak bir kere. Yayalar kaldırımları kullanıyor olacak ve o kaldırımlar bir insanın bile zor sığdığı küçüklükte de olmayacak. Senin sokaklarında matkap, korna, küfür sesleri yükselirken ben sokak müzisyenlerinin huzursuz edilmediği, sanata ve sanatçıya saygı duyulan, heykellerin yıkılmadığı, edebiyata yasakların getirilmediği bir yerde olacağım. Bir yandan haberlerini alacağım ama sana belli etmeyeceğim. Mesela Eva Ensler'in, Vajina Monologları'nı tiyatroya taşıyan bir yönetmene burada bir kaymakam karışamayacak. Bu oyunu sadece isminden dolayı ahlaka aykırı bulduğunu söylemeyecek. Tabii buna cevap olarak da hiçbir yönetmen "Ben de 'kaymakam' kelimesini heceleyerek, ahlaka aykırı bulduğumu söylerim!" diye bir cevap veremeyecek. Buraya da bayram gelecek ama ölüm haberleri almayacağız. Öpüşen çiftler korkuyla değil, sevgiyle sarılacaklar birbirlerine. Ve onlara düşmanca bakmayacak kimse. "Özgürlük sırtından vurulmuş yerde yatıyordu" diye bir şarkı yapılmayacak, çünkü burada kimse sırtından vurulmayacak ve  kimse özgürlüğe silah çekmeyecek. Elimde değil, karşılaştıracağım seni başkalarıyla. Ben gittikten ve bu mektubu okuduktan sonra sen, kaldığın yerden devam edeceksin bahsetmediğim güzelliklerin ve seni çirkinleştirmeye çalışanlarla hayata. Uzaktayken seni özleyip, yanındayken söyleneceğim. Yine de bazı anlarda, mesela sokakta yürürken ya da bir vapura bindiğimde, martı sesleriyle deniz kokusu birbirine karıştığında tek kelime edemeyeceğim. Hani hep gitmeli ya buralardan, tadı kaçtı ya hani… Gitmek için değil, kalmak için çok nedenlerimiz olacak artık. 

 
Sevgili İstanbul, Sen bu mektubun sonuna geldiğinde, ben kim bilir ne yapıyor olacağım, sen hiçbir zaman bilmeyeceksin. Daha da kötüsü merak da etmeyeceksin. Her şeye rağmen , seni kirleten, yaşanılmaz bir yer haline getirmek için ellerinden geleni yapan bunca insana rağmen seni düşünmeden, sevmeden edemeyeceğim. Bir vapur gibi beklediğini hayal edeceğim senin bir iskelede. Her gün aynı saatlerde, genelde aynı insanların bindiği vapur seferleri vardır. Ve o seferlere her seferde karışan başka insanlar, başka hikayeler… Ben de bir gün o kalabalığın arasına karışacağım. Bir daha çıkmak istemeyeceğim.

 
Sevgili İstanbul,

İnan kendin kadar güzel insanlarla yaşayabilmeni en az senin kadar ben de istiyorum.

Sen de bazen içten içe, içine eden bu insanlardan kurtulduğun bir hayatın ne kadar yaşanılası olduğunu hayal etmiyor musun ?