Emeklilerimize, öğrencilerimize, hastalarımıza gerekli kaynakları biz yaratıyoruz. Neden sadaka kültüründen medet umalım?

Sevgili müntahip arkadaş

Zafer KÖSE

Nasılsınız, iyi misiniz? İyi olmanızı dilerim.

Böyle başlayayım da, klasik türde bir mektup havası oluşsun istedim. Biliyorsunuz, birbirinden uzak düşen dostlar ve akrabalar, eskiden böyle mektuplar yazardı birbirine. Son yıllarda, artık insanların eskisi gibi mektuplaşmadığından yakınanları sıkça duyuyorum. Oysa buna bir engel yok ki. “Mektup” derken, sanırım, elle bir kâğıda yazılan, zarfa konulan, postaneye gidip gönderilen sözleri kastediyor bazı arkadaşlarımız. Bu doğru değil bence.


Mektup niteliği, sözlerimizin kâğıda yazılmasından kaynaklanmıyor. Önemli olan anlık iletişimlerden, WhatsApp veya sosyal medya aracılığıyla yürütülen hızlı yazışmalardan farklı biçimde, özel zaman ayırarak, üzerinde çalışarak hazırladığımız bir metni, bir dostumuza göndermek.

Bir Word dosyası biçiminde de pekâlâ gönderebiliriz mektubumuzu. E-posta veya başka çağdaş bir yol da kullanabiliriz. Yeter ki, sözümüzü, selamımızı, ileteceğimiz kişiye verdiğimiz önemi yansıtacak özeni göstererek, ömrümüzün geri gelmeyecek bir parçası olan bir zaman dilimini ayırarak üretilmiş “çalışma” olsun. Hedeflediğimiz güzellikte ve değerde ortaya çıkmasa bile, içimizden böyle geldiği hissedilsin.

İşte sevgili arkadaşım, bu anlayışa uygun biçimde, bir mektup yazmak istedim size. Doğrusu, mektubuma “Sevgili AKP Seçmeni Arkadaşım” diye başlamayı düşünmüştüm. Ama CHP’lilerin anlamayacağı bir sözcükle hitap edeyim dedim. :-) Her ne kadar bir “açık mektup” biçiminde göndersem de, bunun, sizinle aramızda bir iletişim niteliğinde olmasını diliyorum.

Tahmin edeceğiniz gibi, konu, yaklaşan seçimler. Yine tahmin edeceğiniz gibi, bir tür propaganda amacıyla yazıyorum. Birbirimizden gerçekleri saklayacak değiliz. Öncekilerden farklı yönde oy kullanmanızı isteyeceğim sizden.

Bu talebimin gerekçesini anlatmadan önce, kısaca kendimden söz edeyim: Ben, yaşadığımız ekonomik ve kültürel sorunların kökten çözümünün ancak sosyalizmle mümkün olduğuna inanıyorum. Kendime öyle bir paye vermeyi uygun bulmasam da, bazen benden “devrimci” diye söz edilmesine itiraz etmiyorum. Daha güzel bir dünya için gerekli olan en güzel insan niteliklerini de üreterek, köklü bir dönüşümle kurulacak sosyalist düzene insanlığın layık olduğunu ve bunun mümkün olduğunu düşünüyorum.

Bunu şunun için söylüyorum: CHP ve Kılıçdaroğlu’nun seçimleri kazanma olasılığıyla ilgili son günlerde epeyce karşılık bulan “Geliyor gelmekte olan.” söylemi, beni pek heyecanlandırmıyor. Zaten eskiden beri, CHP’li arkadaşlarıma, “sizin kadar sağcı değilim” diye takılırım. ;-) Daha çok, yaşadığımız günlerdeki “Gidiyor gitmekte olan.” olgusuyla ilgileniyorum.

Kendimden söz etmişken, size hitap etmek konusuyla ilgili bir not da ekleyeyim: 15 yıldan uzun zamandır, kitaplar yazıyorum, gazete ve dergilerde, daha çok kitaplarla ve edebiyatla ilişkili düşüncelerimi, dünya görüşümü anlatıyorum. 10 yıldan uzun süredir de sosyal medyada bir şeyler paylaşıyorum. Yazdıklarımın çoğuna hâlâ ulaşılabilir. AKP dünya görüşüyle, Erdoğan’ın tavrı ve düşünceleriyle ilgili ağır eleştiriler dile getirdiğim oldu. Hatta öfkemi de birçok kez anlattım. Genel kabul gören bazı düşüncelerin yanlış olduğunu, bazı inançları anlamsız bulduğumu açıklamaya çalışmışımdır. Ama asla size yönelik bir kaba söz etmedim. Karşı çıktığım görüşleri savunan, bu hükümetin dünya görüşüne katılan, öyle oy kullanan insanlara yönelik saygısızca veya özensizce tek bir sözümü bulamazsınız.

Şimdi sizin de aynı şekilde bu mektubumu değerlendirmenizi diliyorum. Yaklaşan seçimlerin, dünyada alışılageldiği gibi “rejimi hangi yöneticiler, hangi üslupla sürdürsün” konusundaki seçenekleri oylamaktan farklı nitelikte olduğunu kabul edeceğinizi umuyorum. Erdoğan’ın mı veya Kılıçdaroğlu’nun mu cumhurbaşkanı seçileceğini belirlemekten ibaret bir seçim değil bu. Aynı şekilde, hangi partinin Meclise kaç milletvekiliyle katılacağını da aşan bir konu. Açıktır ki, şu iki temel anlayışı, bir tür referandum niteliğinde oylayacağız:

1 Toplumun gelişmesi, yurttaşların daha güzel, adil, özgür koşullarda yaşaması için uygun gelişmeler, ancak iyi niyetli iktidarların yetkisini çoğaltarak sağlanabilir. Yöneticilere sürekli itiraz etmeden, hepimiz uyumlu bircimde hareket etmeliyiz, onların kararlarını desteklemeliyiz.

İyi niyetli birçok yurttaşımız böyle düşünüyordur.

2 Dünya tarihindeki birçok örnekle de kanıtlandığı gibi, ekonomik ve kültürel gelişmeler ancak iktidarları denetleyerek, eleştirerek sağlanabilir. Özellikle hukuk, üniversite, emniyet, mühendis odaları gibi kurumların hükümetten bağımsız ve etkili olmaları önemli. Bunlar belli bir siyasi görüş için değil, toplumun tamamı için, bilimsel ölçütlerle çalışmalarını yürütmeli. Örneğin hangi araziye nasıl bina yapılabileceği, siyasetçilerin veya müteahhitlerin iyi niyetine bırakılmadan, bilime uygun biçimde kararlaştırılmalı, öyle denetlenmeli. Bütün ihaleler, ayrımcılık şüpheleri, çıkar sağlama iddiaları, bağımsız biçimde incelenebilmeli.

Bu seçimde biz kişileri veya partileri değil, temelde bu iki toplumsal yaklaşımı oylayacağız. AKP yöneticilerinin bazı konulardaki görüşlerini, Erdoğan’ın bazı yönlerini olumlu veya olumsuz bulmamızdan farklı bir konu bu. “Hükümeti kim kurarsa kursun, ne kadar yetkilendirilip ne kadar sınırlandırılmalı?” Bu soruya yanıt vereceğiz.

Başka bir deyişle; “tek adam rejimi” ile “kurumların bağımsız, parlamentonun etkili olduğu bir rejim” arasında seçim yapacağız.

Politikacıların birbirlerine yönelik niyet eleştirilerine, yaratmaya çalıştıkları kutuplaşma ve düşmanlık duygularına kapılmayalım bence. Doğru bulduğumuz yaklaşıma hangi tarafın daha uygun olduğuna bakarak oyumuzu verelim.

Biz milyonlarca emekçi, günün gecenin her saatinde çalışıyoruz, ülkedeki üretimi kesintisiz sürdürüyoruz. Yiyecekleri, giysileri, makineleri, eşyaları, bilgileri, duyguları, dayanışmaları, çeşitli hizmetleri üretiyoruz… Memleket zaten bizim; bu kaynaklar, bu olanaklar. Daha güzel ve refah bir hayatı neden politikacıların bize lütfu olarak görelim? Emeklilerimize, öğrencilerimize, hastalarımıza gerekli kaynakları biz yaratıyoruz. Neden sadaka kültüründen medet umalım?

Hukuksal, sosyal, ekonomik güvencelerimiz… Bunlar yöneticilerin iyi niyetine bağlı olmasın, birbirimizi sevmemize, birbirimizi onaylamamıza bile bağlı olmasın diye düşündüğüm için, ben yukarıdaki seçeneklerden ikincisine uygun oy kullanmamızı öneriyorum.

Ne yazık ki, değerli arkadaş, bu mektubu, size ulaşması daha kolay bir yayın organında yayınlayamam. Sizin daha çok izlediğiniz kanallar bana kapalı. Sitem etmiyorum. Yayıncılıkta, kendi çizgisine uygun biçimde yayın yapmak gibi bir ilke olmalı elbette.

Sonuçta, “halkın gazetesi” aracılığıyla gönderiyorum bu mektubu. Umarım sözlerim ve duygularım size ulaşır. Selamla, dostlukla…