Karakter derinliği açısından bakarsak ne Boris ne de Zhenya hiç de ilginç değiller. Zhenya’nın cadaloz annesi, bütün sevgisizliğin kökeni olarak görülebilir

Sevgisiz: Miras alınan kötülük

Kapitalist dünyanın, orta ve üst burjuvazinin yüzeysel ve sevgisiz dünyasını anlatan çok film seyrettik. Sevgisiz’in aklıma getirdiği filmlerden biri Antonioni’nin Macera’sı oldu. Macera’da film karakterlerinden biri kaybolur, ardından arkadaşlarının kaybolan kadını ararken yaşadığı ilişkiye tanık oluruz. Bu İtalyan burjuvalarının, özellikle erkeğin dünyası o kadar sığdır ki... Sevgisiz de bir kayıp ve arama öyküsü. Bu filmin de teması insan ilişkilerinin aşağılık, sığ, bencil, kısacası sevgisiz oluşu. Modern Rusya’da hayat, 60’ların İtalyası’nda geçen Macera’yla kıyaslandığında çok daha sert. Macera’da insan vardı her şeye rağmen, bu filmdekiler ise neredeyse tek boyutlular. Adıyla sınırlarını belirleyen Sevgisiz’de tek renk siyah. Tamam biraz abarttık ama buna yakın. Filmde iyi olan bir karakter olmasa da bizim AKUT’a benzer iyi niyetli arama-kurtarma çalışmaları yapan bir sivil toplum kuruluşu var. Sevgiye dair tek şey de bu kuruluşta var. Toplama kamplarında bile Sevgisiz’in tasvir ettiği Rusya’dan daha fazla insanlık emaresi bulunabilir.

Zvyagintsev’in filminde ilginç çok az şey var. Mesela modern Rusya’da Stalinizmden bin beter yeni bir iş dünyası oluştuğunu görmek, ortodoks şeriatına uymayanların işten çıkarıldığı bir iş yerine tanık olmak ilginç. Bu iş yerinde sadece ve sadece evli ve çocuklu “iyi vatandaşlar” çalışabiliyor. Boşanan işten atılıyor.

Sevgisizin akla getirdiği bir diğer film de Bergman’ın “Bir Evlilikten Manzaralar” filmi, ki yönetmen de bu filmden esinlendiğini belirtmiş. Filmin kahramanları orta sınıf bir çift; Boris ve Zhenya. Çift boşanmanın arifesinde, ortak ev satışa çıkarılmış. Peki, 12 yaşındaki oğulları Alyoşa ne olacak? Kadın; bana ne diyor, veririm yatılı okula, hayatımı yaşarım. Onunla uğraşacak değilim. Babanın da çocuğu almaya niyeti yok. Alyoşa annesiyle babasının kavgasını, sessiz gözyaşlarıyla kapıların ardından dinliyor. Ve Alyoşa ertesi gün okula çıktıktan sonra bir daha görülmüyor. Çift, vakitlerini sevgilileriyle geçirdiği için, çocuğun kaybolduğunu iki gün sonra fark ediyor. Polisten hayır bulamayınca da bir sivil toplum örgütünün yardımına başvuruyorlar. Filmin bundan sonrası daha çok Alyoşa’nın aranmasına dair.

Zvyagintsev’in filmi, teknik olarak etkileyici. Gerçi hemen her planın aynı şekilde olması, biraz uzakta duran kameranın yavaş yavaş nesnesine yaklaşması (“dolly in”) illallah dedirtmiyor değil. Bu tarz kamera hareketi sanki seyirciye şunu söylüyor: Bak, şimdi daha da derine iniyoruz, konsantre ol! Halbuki derine merine inildiği yok, aynı yüzeysellikte dolaşıyoruz.

Karakter derinliği açısından bakarsak ne Boris ne de Zhenya hiç de ilginç değiller. Zhenya’nın cadaloz annesi, bütün sevgisizliğin kökeni olarak görülebilir. Boris daha ortalama bir tip. Onun karaktersizliği doğuştan mı, yetiştirilme tarzından mı bilmiyoruz.

Filmin Rus toplumuna yönelik eleştirileri de yüzeysellikten nasibini almış. Evet, orada bir yerlerde Rusya, Ukrayna ile savaşıyor. Evet, birileri Maya takvimine göre dünyanın sonu geldi diye hayıflanıyor. Hoppa kadınlar, restoranlarda, tanımadıkları adamlara telefon numaralarını veriveriyor. Daha önce Boris’in işyerindeki şeriat düzeninden söz etmiştim. Zvyagintsev’in filmleri toplumsal eleştiri yapar yapmasına da, insanlar o kadar kötü ve o kadar haindirlerdir ki zaten bu insanların kurduğu toplumdan daha iyisini beklemek abestir. Zvyagintsev’e mizantrop (insan düşmanı) diyeceğim de adamın mizojinisine (kadın düşmanı) haksızlık olacak. Sevgisiz’de kadınlar erkeklerden belirgin bir şekilde daha korkunçlar.

Yazmanın şehvetine kapılıp, yönetmene haksızlık yapıyorum muhakkak ki. Zvyagintsev : “Bu filmi, seyirci eve gidip, sevdiklerini kucaklasın diye yaptık” demiş. Niyetin asilliği açık. Sevdiklerimizi kaybetme olasılığını hatırlatarak, onların değerini fark etmemiz sağlanabilir. Ama ertesi gün yine her şey eskisine döner eğer daha derin bir şeyler söylemeyi, karanlığa ışık tutacak bir şeyler yapmayı becerememişseniz. Bence Sevgisiz böyle bir beceriye sahip değil. Yüzeysel bir film çünkü. Ne kadar karanlık bir ton tutturursam o kadar sanatsal olur ekolünden bir film. Hedefine ulaşıyor da; Sevgisiz’in aldığı ödüller her gün artıyor. Oscar’a da aday.

Zvyagintsev, bir önceki filmi Leviathan’la iktidarın ve sağcıların tepkisini üzerine topladı, Rusya’yı kötü gösteren bir film yapmakla eleştirildi. Sonuç olarak bu filmini devletten yardım almadan yaptı. Fakat Zvyagintsev, Guardian gazetesiyle yaptığı röportajda, rejim karşıtı (dissident) olarak tanımlanmasına karşı çıktı. “Ben olsa olsa kralın soytarısı olurum. Akıllı krallar, soytarıların söylediklerine kulak kabartır” diyor. Ciddiye alınacak sözler. Soytarılar rejimleri değiştirmeyi hedeflemezler. Tıpkı kırmızı halılarda yüksek sosyetenin gösteriş yapma fırsatı bulduğu Cannes, Venedik ve Berlin gibi festivallerin devrimci organizasyonlar olmadıkları gibi. Buralarda yarışan ve ödül alan filmler elbette çok nitelikli olabilir ama bu festivallerin nihayetinde sistemin üstyapı kurumları olduklarını aklımızda tutalım ve buralardaki beğeni eğilimlerini çok da ciddiye almayalım, derim. (Sevgisiz Cannes’da jüri ödülü aldı.)

Sevgili sinefil okur, biliyorum yine çıldıracaksın bu yazıyı okuyunca. Sakin ol, bak ne kadar çok seveni var filmin, bir tane de sevmeyen ben olayım, müsaade et. Yalnız değilsin, korkma.

Son olarak Sevgisiz’in Daha’yı da hatırlattığını belirtmeliyim. Miras alınan ve devam ettirilen kötülük teması açısından.