10 Ocak tarihli “CHP başarıya koşuyor!” yazımda; “…bu kez (ve ilk kez) başta ekonomi olmak üzere pek çok nedenle AKP’den uzaklaşmaya başlayan bir kitle de var – AKP’nin karşıtına oy verecekler ve CHP eskisinden fazla belediye kazanacak! İnsanlar ‘AKP olmasın da’ diyerek ‘mecburiyet’ten karşıtına yönelince, CHP de, izlediği politikadan bağımsız olarak, kazanacak! … Sonucun ‘başarı’ […]

10 Ocak tarihli “CHP başarıya koşuyor!” yazımda; “…bu kez (ve ilk kez) başta ekonomi olmak üzere pek çok nedenle AKP’den uzaklaşmaya başlayan bir kitle de var – AKP’nin karşıtına oy verecekler ve CHP eskisinden fazla belediye kazanacak! İnsanlar ‘AKP olmasın da’ diyerek ‘mecburiyet’ten karşıtına yönelince, CHP de, izlediği politikadan bağımsız olarak, kazanacak! … Sonucun ‘başarı’ olması, CHP’nin tepesindeki ‘sağa yönelerek kazanma’ anlayışını da pekiştirecek.”, demiştim.

Şimdi o öngörünün İstanbul’da çift dikiş doğrulanan birinci kısmı kutlanıyor. Kutlansın, hakkıdır başarıya susamış muhalefetin!

Ancak, ikinci kısım doğrulanmak zorunda değil. Dahası, ne kadar birinci kısım doğrulansın diye çalışılmışsa, en az o kadar da ikinci kısım doğrulanmasın diye çalışmak gerek.

İkinci kısmın doğrulanması 23 Haziran sevincinin kursakta kalmasına ve şimdi tadı çıkarılan başarıyı ağır bir başarısızlığın izlemesine yol açacaktır.

Bu noktada, Yunanistan’da Syriza ve İspanya’da Podemos örneklerinden ders almak gerekir. Toplumsal muhalefet ve sol açısından kendi sınırlarının ötesinde büyük moral motivasyona yol açan bu iki örnek de, başarıyı kişilere bağlayan ve liberalleşip sağa kayan çizgi sonucu ağır bir yenilgi/düşüş yaşıyorlar.

Hafta sonunda, Gazete Duvar’da, Kemal Can’ın “Şimdi iktidar düşünsün” başlıklı ama asıl muhalefeti düşünmeye çağıran uyarıcı bir yazısı yayınlandı. Can, iktidarın da artık ucube başkanlık sistemini bir güvence olarak göremediğini ve arayış içinde olduğunu vurguladıktan sonra; “İmamoğlu’nun belediye tesislerinde içki ve karma yüzme havuzu çıkışıyla altını çizdiği bir eğilim”in muhalefet açısından problemli olduğunu söylüyordu:

“Şimdilik basit pragmatik hamleler gibi duran ve kabul edilebilir sınırları aşmamış olan bu eğilim, iktidarın yenilgisini sadece muhafazakar oy tabanındaki harekete bağlı bir siyasi aritmetik olarak görmeye yatkın. Çözülme eğilimi gösteren iktidar seçmenine ‘bizden size zarar gelmez’ mesajını makam odasında toplu dua seremonisi ile devam ettirmek, aktör ve kimlik öncelikli siyaseti geri çağırma riski taşıyor. Oy blokları arasındaki kaymayı kimlik özelliklerini veya sembolleri öne çıkartarak devam ettirmeye çalışmak, daha derin değişim tartışmalarını gölgeleyebilir. … iktidarın oy kaybetmesinin nedeni havuzları karmaya çevirmesi veya dua etmeyi unutması değildi. Muhalefete yönelen teveccühün de, sadece ön yargıları kıran, tedirginliği dağıtan çıkışlarla açıklanması pek isabetli değil. İkna edici kalıcı seçenek olmanın yolu, yapısal sorunu kimlik alanının dışına taşımaktan geçiyor.”

Muhalefetin (ve CHP’nin) 23 Haziran’da İmamoğlu ile zirve yapan başarısı, sınıfsal tepkilerle yükselen bir toplumsal dalganın sonucu. O tepkiler, İmamoğlu’nun kişiliği ve tarzında en kolay yönelebileceği formu buldu. Genelde Trumpgillerin bizde de Erdoğan’ın temsil ettiği, düşmanlaştırıcı, bölücü sağ popülizm karşısında; İmamoğlu tarafından “tersine döndürülen” kucaklayıcı popülizm iyimserlik, umut ve coşkunun yolunu açtı.

Popülizmin hakim sağ formunun tersine döndürülmesine; onun bölücü/düşmanlaştırıcı diline karşı kapsayıcı/dost bir dilin kurulmasına, kimlikler üzerinden yürüyen sağ popülist strateji karşısında, tüm kimlikleri kesen sosyo-ekonomik sorunlara vurgu yapan “sol popülist” bir stratejinin işe yarayacağına dair inancımı burada birkaç kez ifade ettim.

Ancak, sağlam bir ideolojik belkemiğiniz ve sınıfsal yaklaşımınız yoksa, bir bakarsınız ki tersine döndürdüğünüzü sandığınız popülizm sizi kendisine döndürmüş! Şimdi zafer sarhoşluğundan sıyrılıp bunu düşünmenin vaktidir!