O hafta bizim okulun oradaki Salı Pazarı’na gittim. Su sattım. İki kişi aldı. Suları alıp bizim evin önüne kadar getirdim. Sonra annemle babam anlayacak diye kapının önüne döktüm

Sevmediğim şarkılar

SİNEM SAL / @sinemsal

Anneler Günü gibi bir gündü. Belki de annemin doğum günüydü. Bilmiyorum. Birkaç gün öncesinde bir dükkânın önünden geçerken Sema Teyze’ye şöyle demişti: “Aman paramız yok diye denemeyelim mi kız? Gel gel...” Sonra dükkâna girmiştik. Annem incecik bir kadındı ve kısa boyluydu. Ne giyse yakışırdı. Dükkândaki raflarda birkaç tane giysi vardı. Buradan dükkânın ne kadar pahalı giysiler sattığını anlıyorduk. Sarı bir elbise seçmişti annem. Sema Teyze, tam elbisenin fiyatına bakacaktı ki “Bırak, bırak...” demişti annem, “hiç düşünmeyelim ne kadarmış.” Omuzları şişkin, karpuz kol dediklerinden, beli dapdar sarı bir elbise.

Aynaya bakmıştı. Birkaç saniye susmuştuk. Sema Teyze’ye sırtını uzatmıştı. “Bir baksana ne kadarmış?” diye sormuştu almayacağını bilerek. “150,” demişti Sema Teyze. Sonra da her zamanki esprilerinden yapmıştı. “Aman benim dolapta çok var canım bunlardan...” Gülmüşlerdi. Dükkandan çıkmıştık. Annelerin aklı bir yerde kalırsa hemen anlarsınız. Kirli tabağı daha uzun yıkarlar. Televizyon kumandası ellerinde kalır. Soymakta oldukları elmayı yarıda bırakırlar. Anneme de birkaç gün böyle oldu. Sabahları masaya otururduk kardeşimle. Annem bir elinde çaydanlık, diğer elinde çaydanlık altlığıyla mutfaktan gelirdi. Bardaklarımızı koyardık önüne.

Sarı elbiseyi gördüğümüzün ertesi sabahıydı. Annem ve babam mutfaktaydı. Önce kavga etmeye başlamışlardı. Annem babamın eve geç gelmesinden yakınırdı. Annem yakındığı zaman babam öfkelenirdi. Babam öfkelendiği zaman annem televizyonun sesini açardı. Babam daha çok öfkelenirse annem televizyonun sesini daha da açardı. Kral TV’yi açardı. Pop şarkılardan biri çalıyor olurdu. Tam anlamazdık, şarkıdan mı geliyor annemden mi diye bağıran kadın sesi. O sabah yine annemle babam mutfağa geçtiğinde televizyonun sesi yükselmişti.

Annem sanki mutfakta bir düdüklü tencereydi. Vakit doldu diye ötüyordu. Buhar saçıyordu etrafa. Hafif ama yanık. Birkaç şarkı sonra kahvaltı masasına gelmişlerdi. Annemin yanakları kızarmıştı. Kardeşime, bana, babama ve en son da kendisine çay doldurmuştu. Açık kahverengi saçlarını kırmızı bir tokayla arkadan tutturmuş olmasına rağmen saçlarının bir kısmı tokadan çıkmış alnına dökülmüştü. Elinin tersiyle saçını aldı arkaya doğru götürdü. Yeniden topladı. Babam önündeki haşlanmış yumurtanın kabuğunu kırıyordu. Yumurtayı vuruyordu masaya. Masanın üstünde kırılan kabukları çay tabağına toplamıştı. Annem sessizdi. Bir şey düşünüyordu belli. Çünkü tabağındaki zeytini çatalına almak için beş kez hamle yapmıştı.

Yanağındaki kızarıklıklar hiç geçmedi. Öteki gün morluğa sonraki günlerde ise maviye, yeşile ve sarıya bıraktı yerini. Hepsinin yeri değişti. Sonra geceleri bizim yanımızda uyuyakalmaya başladı annem. Bazı geceler babam gelirdi ve “Kalk geç içeri...” diye bağırırdı “yalandan uyuyakalma.” Annem içeri geçerdi. Televizyonun sesini açarlardı. Bir kadın biraz bağırır ve sonra az da ağlardı.

Tuvaletten çıktığım bir anda babamın elini annemin saçlarında gördüğüm o gün, karar verdim. Annemi mutlu edecektim. Ona bir şey alacaktım. Mesela o sarı elbiseyi. Bu evden gidemezdi. Madem gidemezdi o zaman bu evde mutlu olacağı şeyler olmalıydı. Televizyonun sesiyle uyuduğumuz gecelerde kabuslar görüyordum artık. Başımı yastığın altına sıkıştırıyordum. Pop şarkılardan nefret ediyordum. Bana annemi hatırlatıyorlardı. Kardeşime söylemiştim. “Kalk gidip pazarda su satalım,” diye. Oralı olmamıştı. Yolda tek başımaydım. Belliydi. Para kazanmalı, o sarı elbiseyi anneme almalıydım. Babam, yumruklarını sıkmadan evvel belki anneme bir bakardı... Annem öyle güzel, öyle güzel olurdu ki babam anneme hiç vurmazdı diye düşünüyordum.

O hafta bizim okulun oradaki Salı Pazarı’na gittim. Su sattım. İki kişi aldı. Suları alıp bizim evin önüne kadar getirdim. Sonra annemle babam anlayacak diye kapının önüne döktüm. Öteki hafta yine pazara gittim. Kararlıydım. O sarı elbiseyi anneme alacaktım. Sular önümdeydi. Alan yoktu. Şarkı söylemeye başladım. Annemin dayak yerken sesini açtığı o pop şarkılardan birini. Önümde dans etmeye başladılar. Para verdiler. Sarı elbiseyi iki ay sonra aldım anneme. Giyindi. Çok güzel oldu. Akşamdı. Çay demlemişti. Babam geldi. Mutfağa geçtiler. Hiç sevmediğim bir şarkı çalıyordu televizyonda. Sesi kulaklarımda çınlıyordu. Sonra giderek yükseldi.